Seyahat etmeyi oldum olası sevdim ve düzenli olarak seyahat ederim. Uçağa binmek benim için artık hiç de heyecan verici bir şey değil. Çoğu ülkeyi neredeyse ezberledim, o yüzden giderken daha fazla araştırıp gidilecek yerlerin listesini yapıyorum. Yarın Avustralya’ ya uçağım var. Bir hafta önceden listemi yaptım. Her şeyi hazırladım. Uçağım saat sabah altıdaydı. Birkaç saat uyuduktan sonra havaalanına doğru yola çıktım.
Hava uçmaya çok müsaitti. Açık, bulut neredeyse yok, fırtına görünmüyor. Ben Avustralya’ya indiğimde orada gece olacaktı. Saat altıya geliyordu, uçağa bineceğim kapıya doğru yürümeye başladım. Sırada neredeyse ortadaydım ve uçağa binmek üzereydim. Biletime ve pasaportuma son bir kez daha baktılar ve uçağa bindim. Acil çıkış kapısının yanında oturuyordum, şu ana kadar hiç kullanmamıza gerek kalmamıştı. Aynı zamanda da umarım kullanmamıza gerek kalmaz diye içimden geçiriyordum. Uçağın içinde hareketsiz bir şekilde neredeyse yirmi dakika oturduktan sonra, yavaş yavaş hareket etmeye başladık. Kitabımı açtım ve okumaya başladım- rutin yaptığım şeyler- birkaç saat sonra da film izlemeye başladım.
Yemek servisi başlamıştı. Her uçuşta aldığım yemeği aldım. Her şey gayet normal gidiyordu. Birkaç saat sonra iniş yapacaktık. O zamana kadar biraz uyumaya karar verdim. Jet lag olmak istemiyordum. Sarsıntıyla uyandım, galiba türbülansa girmiştik. O yüzden çok aldırmadan uyumaya devam ettim. Daha güçlü bir sarsıntıya uyandım bu sefer. Pilot, sakin kalmamızı ve birazdan normale döneceğimizi söyledi. Hostesler, panik olan yolcuları sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Yanımda oturan küçük bir kız vardı ve ağlamaya başladı. Ona bir şey olmayacağını ve sakin olmasını söyledim. Daha sonra bu sarsıntının sebebinin türbülans olmadığını açıklamak zorunda kalan pilot, motorla alakalı bir arıza olduğunu söyledi. Bir adaya acil iniş yapmamız gerektiğinden bahsetti. Etrafımızda hiçbir ada göremiyordum.
Perdemi açtım, hava aydınlanmıştı. Aşağı baktığımda sadece deniz görüyordum ve motordan gelen dumanı. Herkes, motordan gelen dumanı görünce daha da endişelenmeye başlamıştı. Tansiyonu çıkanlar, panik atak geçirenler, telefonlarını açıp ailesini aramaya çalışan insanlarla doluydu uçak. Ben soğukkanlılığımı korumaya çalışıyordum ama çok zordu. Camdan tekrar aşağıya baktığımda bir ada gördüm sonunda. Pilot da tekrar konuşmaya başladı. Maalesef, denizin üstüne iniş yapmamız gerektiğini söyledi. Adaya da yüzerek geçmemiz gerekecekti. Başka bir yolu yoktu. Herkes panik içindeydi ama kabul ettiler. Oturduğum yerde olan acil çıkış kapısını kullanmamız gerekiyordu. Kapıyı açtığım anda şişme bir kaydırak açıldı. Herkes yüzmek için yeleklerini giymişti ve hazırdı.
İlk başta çocuklar ve yaşlılar olmak üzere teker teker kaydılar ve adaya yüzmeye başladılar. Sıra bana gelmişti. Aklımdan bir yandan şu düşünce geçiyordu. ‘’ Başıma bunların geleceğini bilseydim’ Issız bir adaya düştüğünüzde yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu?’ diye sorulduğunda uzun uzun düşünürdüm. Nereden bilebilirdim?’’ Adaya çoktan yüzmüştüm bunları düşünürken. Artık bizi bulmalarını beklemekten başka bir şansımız yoktu. Havaalanındakilerin olanlardan haberi vardı. Haberler bizi konuşuyordu. Ama burada birkaç saat kalacağımızdan emindim. Yanılmışım… Yaklaşık on dakika sonra kurtarma ekipleri, hepimizi en yakın havaalanına bıraktı. Hepimizin sağlık durumu iyiydi.