-Heyecanlı mısın?
-Tabii ki! Yarın yola çıkıyorum.
-Biliyorum heyecanlısın, ama uyuman gerek. Yarın enerjik olmalısın.
-Peki, iyi geceler.
-İyi geceler. Şu yolculuğu baştan anlatayım, ama eğer dinleyecekseniz. Yaşadığım yer olan Paris, 1500 kişinin yaşadığı küçük ve sevimli bir kasabadır. Gencinden yaşlısına herkes bir iş bulup kasabamızı geliştirmeye çalışır. Tepeden baktığınızda kasabamızın 3 bölümünü görebilirsiniz; ünlü su kulesi Eye-fell’in bulunduğu kuzey bölgesi, ailemin yaşadığı doğu bölgesi ve son olarak daha çok eski evlerin bulunduğu güneybatı bölgesi. Benim de yaşadığım doğu bölgesinde bazı kapılar vardır. Bu kapıların büyülü olduğuna inanırız. Bir kez içeri girdiğinizde, büyü gezegeninize ışınlanırsınız -büyü gezegeni doğduğunuzda size atanan gezegendir, ancak sadece bazı kişilere atanır- ve gittiğinizde görevlerinizi yapabilmeniz için daha önceden büyü dilini öğrenmeniz gerekir. Herkes 20 yaşında kapıyı açıp içeri girmek zorundadır, eğer geçidin ışığı yanarsa seçilmişsinizdir ama yanmazsa büyücü değilsiniz demektir. Ben girdiğimde ışık yanmıştı ve bu da demek oluyordu ki diğer büyücü dostlarımla gezegenime bir yolculuğa çıkacağım!
Benimle aynı gezegende olan 3 arkadaşımla bugün yola çıkacağız. Gezegenimin Neptün olmasını çok istiyordum ama şansımıza çıkan gezegeni gördüğümüzde şok olmuştuk. Gezegenimiz, Mars’tı! Mars’ta bulunan Dodo isimli bir cadı, Güneş’ten gelen enerjiyi kullanıp kötü bir şeyler planlıyordu ve görevimiz onu durdurmaktı. Açıkçası biraz korkutucuydu. Eşyalarımızı toplayıp herkesle vedalaştıktan sonra sonunda kapıdan girmeye karar verdik. İçeri girdiğimizde beyaz, uzun bir yol vardı. Atalarımız buna zaman patikası derler, kapıdan girdiğinizde gezegeninizle aranızdaki tek engel burasıdır. İçeri girdiğimizde ürpermiştik, çünkü hiç bu kadar aydınlık bir alan görmemiştik. Aslında şehirde gaz lambalarımız vardı, ama burada saf ışığı tenimde hissedebiliyordum. Garip bir his…
Sonunda o kısa beyaz yolun bitiş noktasına varmıştık. Mars’a açılacak olan kapı hemen burnumuzun dibindeydi. Hemen arkamda Layla ve köpeği Fındık vardı. Aslında aramızda en iyi o büyü yapıyordu ama biraz korktuğu için geriden gelmeyi tercih etti. En önden gidip kapıdan girdim. Artık Mars’ın o kızıl kumları ayaklarımın dibindeydi, önümde kaya tepeleri, uzakta ise Olympos Dağı gözüküyordu. Teyzem bu dağın Dünyadaki tüm dağlardan daha büyük olduğunu söylüyordu. Yanılmıyor, gerçekten büyüktü. Hemen işe koyulup Dodo Cadının inini aradık. Bir tepeden sesler gelince derhal hepimiz oraya yöneldik. Giderken Dodo Cadı hemen önümüzde belirdi. Bir büyü yapacakken beni durdurdu ve hepimize dondurucu bir büyü yapıp hareket etmemizi engelledi. Layla’nın köpeğini çalıp yok oldu. Layla ailesinden öğrendiği ve hareket etmeden yapabildiği bir büyüyle bizi kurtardı, ama artık çok geçti. “Olamaz, evcil hayvanımızı çalıp öylece ininde saklamaya götüremez!” Ama çoktan yapmıştı ve artık çaresizdik.
Hepimizin umutları tükenmişti ve Layla bir kayanın dibine oturup ağlıyordu. Yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu çünkü büyü yaparak saklandığı yeri bulamazdık ve yürüyerek bulduğumuzda köpek için çok geç olacaktı. Sonra bir mucize oldu. Bir el usulca omzuma dokundu. Arkama baktığımda kimse yoktu, ben de yukarı baktım. O, yıllar önce ölen büyükannemdi! Onun ruhunun siluetini görebiliyordum ve bu beni biraz ürküttü. Bildiğim kadarıyla kendisi de seçilmişti, üstelik gezegeni de Mars’tı! “Merak etmeyin, size Dodo Cadının zayıf noktalarını söyleyeceğim.” bu cümle içimi huzurla doldurdu. Ona sarıldım ve teşekkür ettim. Köpeği kurtarmaya henüz gücümüz yetmiyor olabilirdi, lakin hala bir şansımız vardı ve bir de bakmışsınız öğreneceğimiz bilgilerle onu def etmişiz! Kim bilir?