Ağaç gibidir yaşadığımız gezegen. Dalları topraklar, yaprakları kara sular. Ha! bir de biz insanoğulları yaşarız bu ağacın bir parçasında. Kendi içinde ayrılır bu dallar; toprakların yapraklarında bitkiler. Denizlerin, okyanusların yapraklarında balıklar vardır. İnsanın neyi vardır sizce? İnsanın okumuş olduğu, okuduğu, okuyacağı sayfalarca kitap vardır.
İnsanoğlunun kurduğu, kitapların topluca bulunduğu yer olarak bildiğimiz yer Asur Devletinin ‘Ninova Kütüphanesi’dir. Günümüzde kütüphaneler kitapları tanımak için değil, verilen dersleri tanımak ziyaret edilen bir yer haline dönüştü. Bizim kitap okumayı, okutmayı, anlamayı, anlatmayı yeniden hatırlamamız gerekiyor. Gerekli, gereksiz bilgileri telefonlarımızdan öğrenerek insanlara depolamak yerine kütüphanedeki kitapta geçen bir karakterin neler yaşadığını anlatmalıyız. Bu yüzden benim de hayalimde bir kütüphane var.
En yüce dağın tepesinde ama bir o kadar da engin denizin kıyısında, en ulu çınarın yanı başında aynı zamanda en zarif kokan papatyanın yapraklarının bitiminde. En yetenekli marangozun elinden çıkmış tahtaların; minai tekniğini nesillerdir devam ettiren çini ustasının eserleriyle buluşması. Kitap insanı yaşatır, gezdirir, düşündürür. Bu duyguları en rahat yaşatan yer ise kitapların hep beraber olduğu, ayrım yapılmayan yer: Kütüphanedir.
Kütüphaneler ışığı olabilecek en yüksek düzeyde almalıdır. bu ışık yapay olmamalıdır. Koltuklar, sandalyeler gerekirse kaşmirden yapılmalıdır ama insan oturduğu zaman dış dünyayı unutmalı, kitapların evrenini yaşamalıdır. Olabildiğince tek renk kullanılmalı, kitap rafları tavana kadar uzanan devasa raflar yerine kitapların büyüklüğünü göstermelidir. Belki bunu çoğu önemsemez ama kitapların kokusu insanı alıp götürmelidir. Kahve, çay, camdan gelen egzoz kokusu kütüphanedeki insan ile kitabı ayrıştırır. Anılar yaşatır kütüphaneyi, belki kitap okuyan biri belki de kitapta idam edilen bir kişi. Öğleden sonra elimde kitabımla dalga sesleriyle yaşarken kitabımı, kafamı kaldırdığımda etrafımda okuduğu kitapların karakterleri olmuş insanlar görmeliyim.
Ben olmaktan çıkıp kitabımla biz olmalıyız, kütüphane duvarlarının dışında bir yerlerde yaşamalıyız. Kütüphanenin girişi bir şelale mağarası gibi olmalı, insanlar içeriye girerken buz gibi sularla kendileri olmalı. Açık yeşil rengi duvarlar toprağı, buz rengi camlar suyu hatırlatmalı ziyaretçilere. Simsiyah halı kaplı sessiz zeminin üzerinde sessizlikten mayışmış birkaç kedi köpek. Hamaklarında ayaklarını uzatan insanlar, gözleri kitap okumaktan yorulmuş deniz kenarındaki balkona çıkan gençler. En son çocukluk yıllarında annesinin okuduğu kitabı yanında bastonu, yakın gözlüğü ile okuyan amcalar, teyzeler. Her rafın bir adı; oku, anla, düşün, sorgula. Kitabını bitirmiş derin düşüncelerle entrika dolu kitabı düşünen beyaz yakalılar. Tüm gün zor koşullarda çalışıp nefes almak için kütüphaneye gelip bir roman okuyan mavi yakalılar.
Kütüphaneyi oluşturmak için birkaç kiremit, tahta kilolarca çimento, kum yetmez. İnsan olmalıdır kitapların etrafında. Okuyan, düşünen insanlar. Kendini tanımaya çalışan, kitaplarla yaşayan ve onları bir arada görünce içi umut ile dolan insanlar. Bir kitap yığını yetmez kütüphane olmak için, okuyacak insan gerekir.