İki asırdır beklenen katliamın kucağına birkaç saatte düşmüş olan ülkemin kalbindeydim. Savaşın kanlı eserlerini görmekle kalmamış insanlarımın çığlıklarını işitmiş, patlamaların ve topların etkisiyle sarsılmıştım. Şimdi ise tek yapabildiğim yaralı kolumu sıkıca tutarak bir hayat belirtisi aramaktı. Kalbimin ağrısını hissedebiliyordum. Cansız yüzlere her baktığımda midem ağzıma geliyor, birkaç saniye duraklamam gerekiyordu. Daha bugünün sabahında taze çiçek kokan sokaklar şimdi çamur içinde kalmış cansız bedenlerle oluşturulmuş bir sergiye ev sahipliği yapıyordu. Gökyüzünün koyu gri rengi her an ağlayacağını düşündürttü bana. Yaşanan şey bir faciaydı ve gökyüzü bile bu acımasız ortamı görmeye katlanamıyordu.
Umudumu kaybetmek üzereydim ki benden birkaç metre ileride zorlukla nefes almaya çalışan aşçımızı gördüm. Margot’un sarı saçları ıslanmış, toz toprak içinde kalmıştı. Oysa ki o saçlarını çok sever, her gün özenle tarardı. Yavaşça yanına çömeldim. Yaraları ağır gözüküyordu. Bedenini kıpırdatmamaya özen göstererek elini tuttum. Kafasını bana çevirdikten sonra yavaşça gülümsedi. “O çirkin yüzünü gördüğüme bu kadar sevineceğimi asla düşünemezdim.” Gülümsedim ama içimden gelmiyordu. Birkaç saniye sonra gözlerim de dolmuştu zaten. “Elena, sanırım artık vakti geldi.” Cümlelerinden sonra dudaklarını yaladı ve derin bir nefes aldı. Bu canını yaktı ki yüzünü buruşturdu. Zorlukla kurduğu cümlelerini daha iyi duyabilmek için ona biraz daha yaklaştım. “Zamanı geldi ancak bunu duymaya hazır mısın?” Söyeleyeceklerini tahmin edebiliyordum ve bu beni içten daha önce hiçbir şeyin yıkmadığı kadar yıkıyordu. Üzülüyordum, yanaklarım gözyaşlarım ile ıslanmıştı bile.
“Değilim Margot. Yemin ederim ki değilim. Lütfen biraz daha dayan.” Önceden tutmaya çalıştığım gözyaşlarımı durduramadığımı farkettiğimde bu uğraşıma bir son verdim. Durmadan ağlamak ve Margot’a sarılarak gitmemesini haykırmak istiyordum. Tanrı’ya dua etmek ve ona biraz daha zaman vermesini istiyordum. Bunca insandan sonra Margot’u da kaybetmeye dayanamazdım. Ama hayat adil değildi, hiç olmamıştı. Margot’un sağ eli ıslanmış ve muhtemelen tuz tadında olan sağ yanağımı buldu. Gülümsemesi beni sanki olabilirmiş gibi daha da üzdü. Veda sözlerini kendisi söylemese de gülümsemesiyle anlatıyordu. Çocukluğumdan beri yanımda olmuş, bana hayatı öğretmeye çalışmış olan kadındı o. Ailemdeki bir birey, ikinci bir anneydi benim için. “Seni çok sevdiğimi hiç unutma olur mu? Ben hep yanında olacağım.” Birkaç kez daha öksürdü ve oldukça acılı ve bir o kadar da zor olduğunu anlayabildiğim bir nefes çekti içine. “Hep kalbinde yaşayacağım.” Hırıltılı çıkan sesi kulaklarıma ulaştıktan sonra eli yavaşça yere düştü. Son nefesini bu şekilde verdi.