Hayatımızda hiç kullanılmadığımız ya da varlığına onu unutacak kadar alıştığımız şeyler vardır. Bu şeyler varlığı sırasında fark edilmez bile. Ama kaybolduğu zaman gelir akla, şimdi olsaydı keşke deriz bazen. Odanızın duvarında asılı basit bir tablo kaldırılınca çok boş, farklı gelmez mi duvar? Belki o boşluğun kaynağını bulamayız ama “Burada bir şey olmalıydı.” diye düşünürüz kendimizce. Ya da masanız sallandığı için altına sıkıştırdığınız katlanmış bir karton parçasının bir önemi var mıdır kaybolup masanın sallanmasına yol açana kadar? Odanızın bir köşesinde duran, kimsenin kullanmadığı o koltuk peki? Oradan kaldırılınca bomboş gelir onun olduğu yer. Bir de bir insanı kaybetmek vardır, insanların ölebileceğini aklımıza getirmediğimizden sanki sonsuza dek yanımızda olacağını düşündüğümüz kişiyi. Ama onu kaybedince aklımıza gelir, yanımızdayken varlığını ve onunla olmanın değerini unuttuğu, onun bizim için ifade ettiklerini kişiyi uzak olunca arar insan. Ve buna alışmanız belki yılları alır, belki de yokluğuna hiç alışamazsınız.
Bir şeyin kıymetini kaybedince anlamak, hayatın olmazsa olmazlarındandır. İnsanlar için “Değerini ona sahipken bil.” gibi öğütler verilir fazlaca. Ama farkında olmadan unutuveririz bazen. Değerini kaybetmeden anlayamayız, tecrübe edilince de aklınızdan silinmez ama bir kere kaybedilmiştir. Ne kadar hayatınızdaki her şeye değer veren, etrafındaki insanların, odanın bir köşesinde duran hiç kullanılmayan eşyanın bile değerini bilen biri olsanız da bazı şeylerin kıymetini onları yitirdikten sonra ancak anlayabiliriz. Kimi zaman bu bir döngü haline gelir, kaybedince değerini anladığımız şey geri kazanıldığında değer yitimi de tekrar söz konusu olur. Örneğin sağlığımız; hasta olunca kendimize çaylar çorbalar yapar, üşümemek için sıkı giyinir, ilaçlarımızı düzenli alırız. Ama hastalık geçer geçmez yine dikkat etmemeye başlarız, üşüyüp üşümememizin de pek bir önemi yoktur sağlığımızı geri kazandıktan sonra. Ve tekrar hasta oluruz derken bu içinden çıkamadığımız bir döngüye dönüşür. Duygular için de geçerlidir kaybıyla asıl kıymetinin bilinmesi. Mutsuz olduğumuzu, kötü olduğumuzu sandığımız günler vardır. Asıl mutsuzluğu, üzüntüyü tattığımızda anlarız kötü olarak nitelendirdiğimiz günlerin kıymetini.
Varlığı fark edilemeyenin, yokluğu fark edilir. Bu da insanın varlığı değil de yokluğu fark edebilmesinin kanıtıdır. Bir şeyin varlığı bizim için sıradanlaşmışken bir anda kaybedilmesiyle yokluğunun ne kadar farklı geldiğini anlarız bize. Ona sahipken aklımıza bile gelmeyen şeyler kaybedilince gözümüzde değer kazanır. Az olan kıymetli gelir, çok olana çoktan alışmışızdır, çokluğu yüzünden değersiz gelir. Ama çok olan da azaldığında gözümüzde kıymeti artar. Örneğin mutluyken bunu yavaş yavaş yitirmemiz, o hissin değerini artırır. Mutluyken bunu fark edemesek de mutsuz günlerimizde o günlerin kıymetini daha iyi anlarız, mutlu olunca yine değersiz gelir. Bir şeyin kıymeti, o şeyin yokluğunun çokluğu ile artar. Ne azsa o kıymetlidir, ne uzaksa onu arar insan.