Birgün bir çocuk dünyaya gözlerini açtı. Herkes o çocuğu o dünyadaki düşmanın korkulu rüyası olacak kişi olarak belirledi ve herşeyin en iyisinden getirmeye hazırlandılar.
Artoria, başlarda iyi bir çocuktu. Eğitimini hiç aksatmadan devam ettirir, mütevazi davranır ve diğerleriyle alay etmez ve hep destekleyici kişilerden biri olurdu. Bu sebepten dolayı etrafındaki herkes onu desteklerdi. Bu kişiler halk tabakasından kraliyete kadar uzanıyordu. Fakat sorunlar Artoria büyümeye başladığında ortaya çıktı. kişiliği değişmeye başladı, zorba bir hale büründü ve gücüyle ona karşı çıkanları susturup etrafındakileri ile çok fazla ilgilenmemeye başladı ve bu yüzden halk ve kraliyetten yavaş yavaş desteğini yitirmeye başladı. Tüm bu şeylere rağmen onu seven ve desteklemeye devam eden 2 kişi vardı. İlki okulda tanıştığı yetenekli, güzel ve mutluluk kaynağı kız arkadaşı Seraydı . İkincisi ise onu dünyaya getirip her zaman destekleyen Annesiydi. Artoria, elinde olan tüm bu güzellik ve kolaylıklara rağmen kendini dışa kapadı ve inzivaya çekildi. Gel zaman git zaman Artoria kendini çok geliştirmişti ve düşmanla karşılaşmaya hazırdı. Hemen Krallığın askeri bölümüne gidip bir ekip talep etti ve resmi olarak kendini o krallığın elit şövalyesi olarak ilan etti. Kraliyet ekibi toplama yetkisini Artoria’ya verdi ve oda herşeyi kendisi yapacağını düşünerek sırf sınır limiti geçsin diye eline ne geçerse takıma yerleştirdi. O kişilerin arasında Sera’da vardı. Her hazırlık tamamlandıktan sonra yola koyuldular ve Artoria, Sera ile aynı vagonda hareket ediyordu. Sera, ne kadar yaklaşmaya çalışsa da O hiç oralı olmadı. Artoria, kendinden o kadar emin ve burnu havada davranıyordu ki takımı taşıyan vagonun düşman saflarının en iç noktalarına kadar gitmesini emretmişti. Takım bir gece mola verdiğinde Sera, en sonunda onunla bir konuşma imkanı yakalamıştı ve ona bir soru sordu.
Sera: Neden böyle bir hale büründün..?
Artoria: Benim görevim bu.
Sera: En azından bir mola verip etrafındakilerle ilgilenseydin…
Artoria: Buna ne gerek var? Düşmanla savaşmak en ön planda geliyor.
Sera: Herzamanki gibi katısın, aslında sana uzun zaman önce söylemem gereken birşey vardı… ben seni… seviyoru-
Tam Sera cümlesini bitirecek iken düşman tam teşkilatlı bir biçimde saldırıya geçip aralarında Sera’nında bulunduğu birkaç kişiyi ağır yaraladılar. Sera ölmeden önce O’nun elini tuttu ve gülümsedi.
Sera: Sonunda… en azından el tutuşabildik.
O, tüm bunlarla birlikte ne olduğunu anlayamasa da içinden bir nefretle saldırıya geçti ama bu faydasızdı çünkü burnu o kadar havadaydı ki düşmanın elit birimlerine karşı geleceğini sanıyordu ama gerçek şu ki düşmanın elit birimleri sandığından çok ve çok daha güçlüydü.
O gecenin sonunda kurtulabilen tek kişi Artoria idi. Soluk soluğa kalmış bir şekilde uçsuz bucaksız düşman topraklarında hayatta kalmaya çalışırken bi yandan krallığa geri dönmeye çalışıyordu. Aradan Aylar geçti ve Artoria en sonunda Kraliyetin sınır kapısına ulaştı, içeri girdi ve kraliyetin başkenti Katal’ın yolunu tuttu. Başkente vardığında onu hiç kimse tanımadı. Saçları uzamış, zayıf düşmüş ve zihinsel olarak bilinci yerinde değildi. Kraliyete gidip kendine iyi bir yer verilip annesiyle birlikte yaşamak istediğini söyledi. Ama Kraliyet buna izin veremeyeceğini söyleyip Annesinin çoktan bu dünyaya gözlerini yumduğunu söyledi. Artoria yere çökmüştü, geçmişte yaptığı herşeyden pişmandı. Göz yaşlarını tutamadı ve ağlamaya başladı, hem de duyabileceğiniz en acı şekilde. O sırada Binayı bir sessizlik kaplamıştı. Tüm herşeyden sonra Artoria kendini sokaklarda buldu. Eskiden yaşadığı o lüks hayatın ve diğer herşeyin değerini bilemediği için tüm bu pişmanlık onun peşini bırakmadı ve en sonunda yalnız bir biçimde hastalıktan öldü.