”Mümkün olsaydı her karış toprağa buğday eker gibi kitap ekerdim.”
Ne güzel ne de nimetli söz değil mi? Sanki her bir kelimesinin altında bir arayış bir merak var gibi. Kimine göre bir eziyettir kitap okumak. Mecburdur. Lakin bir sevdin mi kitap okumayı, ondan iyisi de yoktur. Bir arkadaşın olur, kardeşin. Etkilenirsin bazen bir kitaptan, bırakamazsın elinden, artık sadece harfleri değil de daha çok bir filin sahnesini görür gibi okursun. Bazen bir karakteri kendine benzetirsin ya da bir karaktere benzemeye çalışırsın. Sonra bir bakmışsın ki bu dünyadan uçup gitmişsin kitap dünyasına. Peki bu eşsiz dünyan nasıl olmalı? Sen nasıl hayal ediyorsun diye bir sordum kendime. İşte bu da benim dünyam.
Sadece bir oda bu dünyam için ayrılmış Daha çok kahverengi, kuşburnu tonları var. Kapıdan girer girmez buram buram nostalji kokuyor sanki oda. Sanki yıl 1850 İtalya’da bir sokakta yürürken elini çantana atmışsın sonra o güzel lakin sararmış kitabın eline değiyor. Bugün de vakit ayıramadım dünyama diyorsun. Sonra bir kafenin çalışanına soruyorsun. ”Buralarda kütüphane var mı?” diye. O da sana bir yer gösteriyor. Koşa koşa gidiyorsun. Kapıyı açıyosun hafif bir ceyeran oluyor ve eski kitap kokusu burnuna ulaşıyor. Aynı böyle benim dünyam da. Odanın üç bir yanı kitaplarla dolu. En az yedi yüz kitap var. Diğer bir duvarında ise özenle çizilmiş bir ağaç resmi. Sonbahar’dan kalma, yapraklarının çoğu dökülmüş. Narin, masum. Kalan pembe yaprakları ise yavaş yavaş kuşburnu rengine çalmış. Baş tarafında sade bir ayaklı abajur. Sol tarafında bir sehpa. Sık sık kullanıldığı için biraz eskimiş lakin ortama çok güzel ayak uyduruyor. Hep aynı yerine kahve koyulduğu için orada bardağın altının izi çıkmış. O bile sanki insana birşeyler anlatıyor gibi.
Bir sonbahar gününde sonunda kendime vakit ayırabildiğim zamanda apar topar kendi dünyama çekilmişim. Kapıyı açar açmaz kitap kokuları burnuma burnuma geliyor. Hemen mutfağa koşup bir kahve yapıyorum kendime. Lakin o anda içim o kadar kıpır kıpır ki bir an önce dünyam ile kavuşabileceğim için. Hemen odaya geçiyorum. Elimi üç duvar arasında gezdiriyorum ve elime gelen o uzun fakat içinde kaybolduğum kitabı buluyorum. Rahat koltuğumu çekiyorum. Sol tarafımda sehpanın üzerinde kahve. Abajuru kendime göre ayarlıyorum. Sonra ise başlıyotum kitabın içine dalmaya. İşte böyle bir aşk benimkisi ise…