Her insanın hayattaki en büyük emellerinden biri mutlaka bağımsız ve eşsiz bir birey olarak farkını ortaya koyabilmek, dünyada kendine ait bir iz bırakmaktır. Her birimiz fark yaratma şekli farklıdır. Bazıları müziğini bırakır bizlere; bazıları satırlarının arasına sıkıştırır ve saklar kendini; bazıları zihninden, hayal dünyasından kareler resmeder; bazıları icatlar, buluşlar yapar. Fakat ne yaparsak yapalım, en önemli şey hep kendimizi tanımaktır. Çünkü kendini tanımayan kimse, yeryüzüne kazıyamaz benliğini. Dünyaya ruhundan parçalar sunup, sonsuzluğa adımlayamaz. Her insan neler yapabileceğinin, kapasitesinin, sınırlarının farkında olmalıdır ki onları ezip geçebilsin. Peki ya sonsuzluğa uğurlanmadan ne yapmalı insan?
” Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen ‘hiç’ ol.” demiş Mevlana. İyi güzel ama yanlış demiş. Bir insan bir kez hiç oldu mu, bir daha kendini değerli göremez çünkü. Ve kendini değersiz gören, başkasına da değer veremez. Keza başkası da o kişiyi değerli göremez. Benliğini sevmek her insanın muhtaç olduğu bir durumdur kısaca. Kişiyi boşluğa sürüklenmekten korur ve hayatta yapacağı, yapmayı hak ettiği çok şey olduğunu hatırlatır. Hem kimse birbirine değer vermezse dünyada sevgi diye bir şey kalır mı? Sevgisizliğe bir düştük mü kurtulmamız imkansıza yakın olur. Sevgi ve hoşgörü sahibi olmadan ise dünya yaşanılmaz bir hale gelir.
Kimse doğayı sevemez mesela. Sakladığı güzelliklere kör kalır. Hem doğayı seviyorken bile koruyamıyorsak, bir de sevmezsek neler olur bilemiyorum. Umarsızca harcar, tüketir ve sonunu getiririz sahip olduğumuz güzelliklerin. Hobilerimizin, ilgi alanlarımızın anlamı kalmaz bizim için. Yapmaktan zevk aldığımız, bizi mutlu eden her şeyi kaybederiz. Bir ressam tabloları gri olur artık. Akar gider renkleri ve biz kaybederiz denizlerimizin mavisini, ormanlarımızın yeşilini, çiçeklerimizi ve göklerdeki renk cümbüşlerimizi. Gülümsemeyi unuturuz, kahkahalarımız uzak birer anı olarak kalır. Konuşacak, sohbet edecek bir şey bulamayız artık. Ortak yönlerimizi, eşsiz özelliklerimizi kaybederiz. Sanatçı sanatını, sporcu sporunu, bilim insanı bilimini yitirir. Çünkü aslında hepsi kalplerimizden çıkar. Kalplerimizdeki o küçük parıltılar kaybolur giderse kendimize karşı, her şeye karşı gider. Çünkü sevgi hepimizin içindedir.
Kısacası Montaigne “Kendini olduğundan az göstermek tevazu değil, budalalıktır.” derken hiç mi hiç yanılmamıştır. Zira aksi söz konusu olursa, kendimizi kaybederiz. Benliklerimiz silinir ve ruhlarımız bedenlerimizi terk eder. Kendimizi ‘hiç’ gibi gösterirsek öyle oluruz ve çevremizi de kendimizle birlikte hiçliğe sürükleriz. Bu da şüphesiz kendi sonumuzu hazırlamak olur.