Yapmam gereken iki tane proje ödevi ve önümde kocaman bomboş bir sayfa vardı. İkisi de aylar öncesinden verilmiş olmasına rağmen başlamaya bir türlü fırsat bulamamıştım.Daha doğrusu, psikolojim bana bu konuda pek yardımcı olmuyordu. Okula bile kafamı dağıtmak için gidiyordum.
Annem ve babamın arasında geçen anlaşmazlıklar ve benim daha bilmediğim milyon tane problem babamın intiharına sebep olmuştu. Üstünden bir yıl geçmesine rağmen, hala onun evin bodrumunda kendisini asmış olma gerçeğiyle yüzleşemiyordum. Annem bile o bodrum katına bir yıldır inmemişti. Ablamsa bu konuda benimle kesinlikle konuşmuyordu. Evde bile değildi, her gece arkadaşlarında kalıyordu. Onun için bodrum kadar ben ve annem de lanetliydik.
Annemin depresyonundan sonra, ben de tek başıma ayakta kalmaya çalıştım ama ne kadar çalışsam da sanki ondan daha kötü durumdaydı. Sadece dışarıya yansıtmak pek tercihim değildi.
O sabah okula gitmek için evden çıktığımda, yanımıza yeni birinin taşındığını gördüm. Otuzlarında, gözlüklü ve orta boylu bir adamdı. Bana gülümsedi ve o an içimde bir şeylerin kıpraştığını hissettim. Hissettiğim duygular tarif edilemez ve yanlıştı ama varlardı işte. Onun gülümsemesi günlerce aklımdan çıkmadı. Babamın intiharı tabii ki okulda adımın çıkmasına ve ‘zavallı kız’ olarak tanınmama sebep olmuştu. Dünyanın bütün yükünü omuzlarımda taşıyormuş gibi hissettiğim düşünülürse, okuldakilerin davranışları da pek destekleyici değildi.
Her sabah onu görüyordum ve bazen konuşma fırsatımız oluyordu. Hayatımda tanıdığım bütün iğrenç insanların aksine, o farklı davranıyordu bana. Üstelik babamın ölümünden haberdar olmasına karşın bana zavallıymışım gibi bakmıyordu. Bir yıldır ihtiyacım olan da tam olarak buydu işte.
Artık okula gitmek için evden bir saat erken kalkmaya ve normalde nefret ediyor olmama rağmen parfüm sıkmaya ve saçımı yapmaya başladım. Güzel görünmek benim için fazlasıyla önemli olmaya başlamıştı.
Her sabah saat altıda bahçesindeki çiçekleri suluyordu. Ben de en az altıyı çeyrek geçe evinin önünde oluyordum. Bana kahve ikram edip benimle muhabbet ediyordu ve her gün okula hiç mutlu olamadığım kadar çok mutlu gidiyordum. Artık bu bir rutin haline gelmişti. Annemin haberi bile yoktu yeni birinin yanımıza taşındığından. Hoş, odasından aylarca çıkmayan birinin haberi olması da tuhaf olurdu zaten.
Birlikte geçirdiğimiz onca aydan sonra o sabah bana farklı davranmaya başlamıştı. Kötü anlamda değil, sadece bazı şeyleri üzerimde hak görüyor gibiydi. Eteğimin boyuna veya yaptığım makyaja karışıyordu mesela. Rahatsız olduğumu söylediğimde ise onu hiç bu kadar sinirli görmemiştim. Beni evinden kovdu ve bir daha asla gelmememi söyledi. Evinden çıktım ve onu haftalarca görmedim. Ta ki okuldan döndüğüm cuma akşamına kadar. Bana çok üzgün olduğunu ve benim için bir yer hazırladığını söyledi.
Evinin arka bahçesinde oyuncak bebeklerle bezenmiş bir çukur vardı. Resmen aylarca suladığı çiçekleri deşerek benim için bir yer altı evi yapmıştı! Dünyadaki kimse benim kadar mutlu olamazdı. Aşağıya indiğimizde gizli sığınağımızın üstünü yani üstü toprakla örtülü tahta kapıyı üzerimize kapattı. Yüzümdeki mutluğu hayranlıkla izliyordu. Bebeklerin ortasında bir kapıyı andıran büyük boy aynasının önüne geldiğimde aksimizdeki yansımamıza baktım. Bir an aynada göz göze geldik ve gözlerindeki bakış tüylerimi ürpertti…
“Yazdıkları burada sona eriyor.”
“Üzgünüm ama vermiş olduğunuz kısıtlı bilgiyle kız kardeşinizi bulmam imkansız.”
“Nasıl imkansız?! Adamı bile araştırmayacak mısınız?”
“Kardeşiniz adamın ismini bile vermemiş.”
“Komiserim, bu paket size geldi. İsimsiz adres.”
Paketin içindeki defter yırtık pırtık ve biçimsizdi. İçindeki fotoğraflar geçen bir yılda kaybolan genç kızlara aitti. Üstelik hepsinin vesikalık fotoğraflarının yanında cesetlerinin ürkütücü fotoğrafları da yer alıyordu. Defterin son sayfasında ise kızın kaybolan kardeşinin fotoğrafları vardı. Altında ablasının vesikalığı ve cinayet fotoğrafı için bırakılan bölüm, onun sonraki hedef olduğunu açıkça vurguluyordu.