Ateşin başında oturuyorduk. Son bir ayda rutinimiz haline gelmiş olan ve çoğunluğu yemek bulmakla geçen programımızın en sonunda bulunan “gevşeme” kısmındaydık. Diğer günlerin aksine bu akşam daha bir sessizdik. Karşımda oturan adamın karanlık zihninden neler geçtiği hakkında tahminler yürütmeyi uzun süre önce bırakmıştım, lakin Blanc sessizliğini ne pahasına olursa olsun korumaya yeminli gibiydi, her zamanki gibi. Daha önce birçok kez ona soru sormayı denemiştim ancak konuşmamız hiçbir zaman kayda değer bir ilerleme göstermezdi. Belki bu akşam değişebilirdi.
“Sence bir gün bu cehennemden kurtulabilecek miyiz?” göz ucuyla ateşin ışığıyla aydınlanan yüzüne baktım. Düşüncelerinin içinde kaybolmuş gibi duruyordu, adeta farklı bir dünyada gibi. “Neyden bahsettiğini bilmiyorum.” Ah tabi, böyle şakalar yapmaktan hoşlanırdı Blanc, her şey yolundaymış gibi davranmak ona has bir şey olmuştu. “Hadi ama eğer bu dönemleri birlikte atlatacak isek birbirimiz hakkında yeni şeyler öğrenip kaynaşmalıyız.” dedim. Sosyalleşme konusunda ikimiz de usta sayılmazdık ancak ben onun aksine en azından deniyordum. Blanc’ın cevap vermeyeceğini anladığımda yanımda duran çubuğa uzanıp can sıkıntısından ateşle oynamaya başladım. Bana cevap vermiyordu,bakmıyordu bile ve deliymişim gibi davranıyordu ancak bunların hepsi gerçekti ve gerçek olduğuna adım gibi emindim. Ben kendimce oyalanırken çaprazında duran çantadan deri kaplı bir defter çıkarıp bana uzattı. “Aklından neler geçiyor duymak istemiyorum, al buraya yaz.” dedi. Cevap olarak hafifçe kafamı sallayıp her zaman cebimde bulundurduğum sadık kalemimle yazmaya başladım.
Yaşadığımız kasabanın yakınında bulunan bir laboratuvardan madde sızıntısı olmuştu ve su kaynaklarımız kirlenmişti. Zehirli su kaynaklarından oluşan bulutlar yağmura dönüşünce suyun değdiği her canlı mutasyona uğramıştı, biz ve şu an muhtemelen varlığından haberdar olmadığımız birkaç kişi dahil. Gruplar halinde dolaşmaya karar verip Blanc ve ben kardeş olduğumuzdan grup olmaya karar vermiştik. Diğer gruplardan haberimiz yoktu ancak biz dahil birkaç grup, uğradığımız yerlere işaret ve notlar bırakıyorduk. Çevre, orda olan kaynaklar ve kaynaklardan ne kadar kullandığımız hakkında birbirimize haber veriyorduk. Tüm gruplar kaynaklar farklı bölgelerde olduklarından kaynakları sırayla kullanıyorduk, bir döngü yaratmıştık. Bu yöntem, kısa süreliğine etkili olsa da bir süre sonra tüm kaynaklar tükeneceğinden farklı bir kasabaya geçmemiz gerekiyordu. Şimdiye kadar kasaba dışına çıkanımız olmamıştı ancak radyondan etrafımızdaki şehir ve kasabaların da büyük bir ölçüde etkilendiğini öğrenmiştik. Yağmur tek bir yerde yağmadığından doğal olarak başka kentler de etkilenmişti maalesef. Ülkeler korkunç mutasyonlara neden olan bu virüsün yayılmasını engellemek için bundan etkilenmiş olan tüm yerleri koca bir karantina bölgesi ilan etmeyi planlıyorlardı ancak şimdiden bir çok yeri kapladığından bunun imkansız olacağını düşünenler vardı. Şimdilik elimizde daha güncel bilgiler olmadığından olabildiğince temkinli davranmaya çalışıyorduk.
Aklımdan geçenleri kağıt üzerinde görmek beni mutlu etmişti. Adeta savaş hattında sıkışmış bir yazar gibi hissetmiştim. Ancak kafamı kaldırdığımda, beyazın tonlarıyla donatılmış bir salonun ortasında oturuyordum. Blanc gelip defteri benden aldı ve yazdıklarımı okumaya başladı. Okudukça yüzündeki durgunluk kendini hüzne dönüştürdü. “Hayal gücünün çok güçlü olmasına bağlıyorum bunları.” deyip defteri geri bana attı. Notlarımın olduğu sayfanın en altına baktığımda şu yazıyordu: “Anlaşılan bir kişinin (benim) deliliği(m), bir diğerinin (senin) gerçekliğindir.”