Tartışan iki insanı izlediğimde nedense ikisinin de hiç düşünmeden konuştuklarını, konuşarak karşısındakini susturmaya çalıştıklarını ve aslında anlatma ve anlama çabalarının olmadığını hissediyorum. En çok da bunu politikacıların konuşmalarında veya çocukların sokak arası kavgalarında gözlemliyorum. Çocuklar da politikacılar da konuşmalarında sanki anlamayı ve anlaşılmayı değil de dediklerini yaptırmak, zorla düşüncelerini kabul ettirmek istiyorlar.
Çocukları seviyoruz ve onların bu kavgacı halleri bize sevimli geliyor. Yaptıkları bu kavgalar ve sonu gelmez tartışmalar onları bir anlamda da sosyal hayattaki zorluklarla mücadeleye hazırlıyor. Biliyoruz ki çocuklar hayatlarının başındalar ve hayat hakkında yeterince bilgi sahibi değiller. Üstüne üstlük bilmediklerinin de farkında değiller. Bu nedenle de onlara kızamıyor, tartışmaları sertleşirse yol göstermeye çalışıyoruz.
Ancak çoğu insanın yaşının ilerlemesi, onların yeteri kadar bilgi edinmesini, olgunlaşmasını sağlamamaktadır. Bu insanlar tıpkı çocuklar gibi düşünmeden ve anlamadan, anlatma çabası olmadan, karşısındakine konuşma fırsatı vermeden sürekli konuşarak hatta sesini yükselterek karşısındakine düşüncesini bir anlamda zorla kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Tabii ki siz bu insanlarla bir problem çözmeye çalışıyorsanız kişilerin bu halleri size çocuklardaki gibi sevimli gelmeyecektir.
Doktorların nasıl davrandığına hiç dikkat ettiniz mi? Genelde “Şikayetleriniz nelerdir?” sorusunun ardından uzun uzun sizi dinlerler sizi. Doktorların eğitimleri tartışılmaz. Uzun yıllar tıp eğitimi alarak ve hastanelerde stajyerlik yaparak doktorluk mesleklerini icra etmeye başlarlar. Hastaları tedavi edebilmeleri için onların sıkıntılarını bilmek ve şikayetlerin üzerinde düşünerek hastalığınızın ne olduğuna ve nasıl tedavi edebileceklerine karar verirler. Dışarıdan, doktorla hastanın iletişimine bakıldığında sonuna kadar hastanın konuştuğu sonunda ise hastadan ve testlerden alınan verilere göre doktorun, hastayı yönlendirdiği görülür.
İletişim çift yönlü olmalıdır. Her iki tarafta da anlama ve kendini ifade etme çabası olacaktır. Genel olarak ifade etme çabası konuşma olarak ortaya çıkıyorsa anlama çabası da zaman zaman sorular sorularak çoğunlukla dinleyerek ve düşünerek kendini göstermektedir. Bir kişi sürekli konuşuyor, hiç susmuyor ve dinlemiyorsa rahatlıkla onun düşünmediğini söyleyebiliriz. Oysa yeteri kadar bilgi sahibi olan ve iletişim halinde olduğu kişileri önemseyen insanlar sorulan her soruyu, söylenen her sözü sahip oldukları bilgilerle değerlendirdikleri için konuşmaktan çok iletişim için harcanan zamanın büyük kısmını düşünerek, sessiz kalarak geçirirler. Kültürümüzde bu durumu çok iyi anlatan bir atasözü mevcuttur: “Söz gümüşse sükut altındır.”
Bilgi edinmek; dinlemeyi, araştırmayı, elde edilen verileri düşünerek değerlendirmeyi gerektirir. Eğer bir yerde dedikodu yapan biri varsa bilin ki düşünmüyordur, kendini geliştirmek ve bilgi edinmek gibi bir kaygısı yoktur. Sürekli konuşan insanların, insanlığa bir katkısı da beklenmemelidir. Bugünkü toplumların en büyük sorunlarından biri de araştırmaması, okumaması; yaparak, üreterek değil de konuşarak kendini ispat etme çabasıdır. Ünlü fizikçi ve düşünür Stephen Hawking bu konuyu çok güzel özetleyen şu sözü söylemiştir:
“Sessiz insanlar en gürültülü zihinlere sahiptir.”