Her zamankinden farksız bir sabahta ağır bir baş ağrısıyla uyandım. Sağımda her gece uyumadan önce sarıldığım oyuncak ayım, solumda ise kafamın altında olması gereken yumuşacık yastığım vardı. Baş ağrımın geçmesi için ilaç içmem gerektiği çok belliydi fakat ilaç içmek için ise kahvaltı etmem gerekiyordu. Çoğu insanın aksine kahvaltıyı hiç sevmem.
Zar zor yataktan kalktım ve yatağımı bile toplamadan ağır adımlarla mutfağıma girdim. Sapsarı duvarları olmasına rağmen mutfağa girdiğimde içimi her zaman bir karamsarlık kaplardı. Hiç sevmememe rağmen her gün yemem gereken yumurtamı pişirdim. Tadının nasıl olacağı pek umurumda değildi. Son zamanlarda evden de çıkamıyordum ve bu da bende pek yaşama sevinci bırakmamıştı açıkçası. Yaptığım çoğu şeyi sadece hayatta kalabilmek için yapıyordum. Neden sevmediğim bir yaşamı sürdürmeye çalıştığıma gelirsek; hepsi annem içindi.
Hasta olan annemin tek başına hayatını sürdürebilme gibi bir şansı yoktu. Pişirdiğim yumurtayı iki parçaya böldüm ve diğer yarısını anneme götüreceğim tabağa koydum ve üstüne biraz tuz dökerek annemin yatağına götürdüm. Daha uyanmamıştı fakat tabağı masaya koyarken çıkardığı ses ile gözlerini açtı. Gülümseyip mutfağa geri döndüm. O ise tabağı alıp yumurtayı bitirmişti bile. Ben de zorla yumurtamı bir lokmada yedim ve ilaç içmek için kendime bir bardak su doldurdum. İlacın boğazımdan geçerken verdiği acıya bile dayanamayacak hale gelmiştim neredeyse.
İlacımı yutmam ile zilin çaldığını duydum. Ağır ve yorgun adımlarla kapıya doğru ilerlerken her adım canımı yakıyordu. Annemin “Kim?” diye sorduğunu duydum. Sesindeki yorgunluk her seferinde beni üzerdi, bu sefer de pek farklı olmadı. “Daha açmadım.” dedim sesimdeki acı ve üzüntüyü belli etmemeye çalışarak. Kapıyı açar açmaz karşımda oyuncak bir ayının benden çok daha mutlu bir şekilde gülümseyen yüzü duruyordu. İstemsizce güldüm ancak bu sürpriz pek de hoşuma gitmemişti. Ayının arkasında duran kişinin kim olduğundan fazlasıyla emin olsam da ayıyı yüzünden çektiğinden şaşırmış gibi davrandım. Ayının arkasındaki yüz kuzenimindi.
Annemin sorusuna cevap vermek için “Murat gelmiş!” diye bağırdım. Annem bu cevap karşısında heyecanlanmış olacak ki ayağa kalkmaya çalıştığı hafif inlemelerinden anlaşılıyordu. Kuzenimi ben de seviyorum tabii ki, sonuçta kuzenim fakat insanların bu kadar sahte olmasına katlanamıyorum. Eğer ben ölürsem, ki yakın bir zamanda olacağını hissediyorum, yokluğumda annemle asla ilgilenmeyeceğine eminim. Sanki çok umrundaymışcasına “Kalkma ben geliyorum!” diye seslendi anneme ve ayıcığı elime tutuşturarak salona doğru gitti. Ben ise bu sahte sevgiye dayanamayacağımı bildiğim için aynı ağır ve acılı adımlarla odama gittim.
İçeriden bir inleme sesi duyar duymaz ağır olan adımlarımı hızlandırarak salona girdim. Gördüğüm şey kuzenmin sevgisinin sahte olduğunu kanıtlamaya yeter de artardı bile. Koltuktaki yastığı alıp annemin yüzüne bastırıyordu, öldürmeye çalışıyordu anneme. Ne hareket edebildim ne de bir tepki verdim. “Sen de bıkmadın mı bu kadına bakmaktan?” dedi bana. Ona katılacağımdan emindi sanki. Hiçbir cevap veremedim yine, kıpırdayamadım. Benim donduğumu fark edince öldürdü annemi. Benim yüzüme baka baka öldürdü ve ben ise hiçbir şey yapmadım. Sadece arkamda bulunan koltuğa atabildim kendimi.
Gelip yanıma oturunca tekrar hissetmeye başladım. Bu sefer acı değil nefret hissediyordum. Hızlı adımlarla mutfağa gittim. Polisi aramamdan korkan kuzenim de takip etti beni ancak benim polisi aramak gibi bir niyetim yoktu. Bunu yaptığıma inanamıyorum ama elime ilk gelen bıçakla kuzenimi öldürdüm. Şimdi iki tane ceset ile evde oturuyorum ve birinin beni bulmasını ya da ölmeyi bekliyorum, hiçbir şey hissetmeden…