Kız temkinli bir şekilde kapıya uzandı. Merakı, korkusundan ağır basınca kapıyı araladı ve içeriyi gözetledi. Odanın boş olduğunu görünce derin bir iç çekti ve içeri girdi. Adımını attığı an sağındaki duvarda beliren ekran korkmasına ve odadan çıkmaya yeltenmesine neden olsa da kapı kilitlenmişti. Çaresizce ekranda ne belireceğini beklemeye başladı.
İki yetişkin ve bir çocuk vardı karşısında. Çocuk ailesine sarılıyor, onları hiç kaybetmek istemediğini, onlar olmadan yaşayamayacağını söylüyordu. Hepsinin kıyafetleri düzgün ve şıktı. Hallerinin iyi olduğu belli oluyordu. Kız bu aileyi izlerken bir anda ekran değişti. Duvar kenarına çökmüş zayıf bir oğlan vardı şimdi ekranda. Arka plandan buranın bir yetimhane olduğunu anlaşılıyordu. Ailesini istediğini söylüyor ve ağlıyordu. Bu manzara karşısında yüreği burkulan kız görüntünün yine değişmesiyle irkildi.
İçinde bir sürü insan olan bir asansör vardı. Ortada duran kadın, kalabalıktan rahatsız olduğunu belli edercesine sesler çıkartıyor, klastrofobisi olduğunu söylüyor ve insanlara kenara kaymaları için emirler yağdırıyordu.Ekran yine değişti. İki taş arasında güçlükle ilerlemeye çalışan adamın yüzü kapkaraydı. Madende çalışan bu kömür işçisi yalnızca eve ekmek götürebilmek için daracık yollardan geçiyor, her gün bu gün yüzü görmeyen karanlık mağarada canını tehlikeye atıyordu.
Şimdi ise sarışın bir çocuk kırlarda koşuyor, etraftaki diğer çocuklarla oyun oynuyordu. Her çocuğun yaşaması gerek çocukluğu yaşıyor diye düşündü kız. Ancak ekran değişti. Şimdi aynı çocuk karşısında duran devasa duvarlara bakıyordu. Buradan asla çıkamayacağını bilse de gözleri umut ile doluydu. Çünkü o daha bir çocuktu. Ne olanları anlayabiliyor ne de kin tutabiliyordu.Arkada kurşunlar uçuşuyor, bombalar patlıyordu. Çocuğun minik bedeni yere düşünce kız, başta gördüğü tüm o güzel anıların yalnızca çocuğun kafasında kurgulandığını anladı.
Akıl hastanesinin içler ürpertici koridoru yansıdı ekrana. Cama yapışanları, bağıranları umursamadan yürüyordu bir doktor bu yolda. Uzanıp koridorun sonundaki kapıyı açtı. İçeride beyazlara bürünmüş birisi vardı. Yüzündeki gülümseme, gözlerindeki yorgunluk rahatsız ediciydi. Titreyen bir sesle doktorla konuşmaya başladı. Konuşmaları duymamış olsa da birkaç dakika sonra odadan çıkan doktorun yüz ifadesi kıza her şeyi anlatıyordu. Doktor mırıldanmaya başladı. “Ben deli değilim, delirmiş olan o. Ben deli değilim. Ben deli değilim…” Delilerle çalışan bir doktor delirmekten korkuyordu. Bu görüntüden sonra ekran kapandı.
Yatağından hızla doğrulan kız nefes nefeseydi. Gördüğü her şeyin bir rüyanın parçası olması onu rahatlatsa da tüm bunların dünyanın farklı yerlerinde yaşanan şeyler olduğunu biliyordu. Bazı çocuklar ailelerini kaybetmekten korkarken bazıları terk ediliyor, yapayalnız kalıyordu. Sadece dar yerleri sevmediği için kendinde insanlara bağırma hakkını gören insanlar hayatlarını huzurlu bir şekilde sürdürürken sırf durumları olmadığı için bazıları her gün ölüm ile burun buruna geliyordu. Hiçbir suçu olmayan çocuklar, büyüklerin bencilliği yüzünden bir avuç toprak için ölüyordu. Delirmekten korkmak insanları delirtiyordu. Tüm insanlar aynıydı aslında. Herkesin devam edebilmek için dayandığı şeyler vardı. Herkes bir şeylerden korkuyordu ve herkes bir şeylerin kölesiydi. Bizi birbirimizden ayıran tek bir şey vardı. Bir kişinin deliliği, bir diğerinin gerçekliğiydi.