Hastanedeki odamın penceresinden içeri giren güneş ışığı gözümü kamaştırırken bu sıkıcı ortamda kaç günümü daha harcayacağımı düşünüyordum. Burada kaç gün olduğumdan emin olmasam bile odanın karşı duvarındaki takvimin üzerindeki resimlerin yapraklarıyla beraber 5 6 kez değiştiğinden eminim. Takvimin sahibinin hoş bir zevki vardı, burada unutulamayacak kadar güzeldi ve pahalı gözüküyordu takvim. Gerçi eğer ben de bu anestezi kokulu yerden kurtulsaydım, o anın sevinciyle bir takvimi dert etmezdim. Yanımdaki yatağın eski sahibi gibi çekip giderdim.
Hemşireler beraber doktorlarla da yalnızlıktan yakınıpdurmamdan bıkmış olmalı ki bugün yanıma birini transfer ettiler. Şansa bak ki çocuk hemen hemen benimle yaşıtmış görünüyordu. Odaya getirdiklerinde ayık değildi o yüzden biraz garip hissettirse de görünüşünden kişiliğini ve neden burada olduğunu çıkarmaya çalıştım. Çilleri ve kızıla çalan saçları bana saf ve samimi olduğu izlenimi verdi; kıyafetleri zaten her hastanın giydiği düz, nil yeşiline kaçan bez örtüydü. Neden burada olduğuna dair bir fikrim ise yoktu. Onunla beraber hiçbir şey gelmedi, ne bir serum ne de bir ilaç görünürde yoktu. Aslında neden burada olduğu önemli değildi, daha çok ne kadar bana yoldaşlık yapabileceği önemliydi benim için.
Birkaç saat sonrasında uyandı yeni çocuk. Önce biraz şaşkın göründü ama göz göze geldiğimizde şaşkınlığı mutluluğa döndü. Kendi adını söyleyip benimkini sormasıyla konuşmaya başladık. Konuşma zaman aktıkça derinleşti, sohbeti iyi samimi biriydi cidden tahminlerim gibi. Her şey hakkında konuşmuş olabilirdik, sadece ironik olarak ne hastalığından bahsetti ne de benimkini sordu; o yüzden ben sordum. Biraz ciddileşip “Senin neyin var bilmiyorum ama eğer bu odada seninleysem ya seninle aynı hastalığa sahibim ya da daha beterine.” dedi ve konuyu dağıttı gülümseyişiyle. Açıkça konuşmak istemiyordu bu konu hakkında ben de uzatmadım, havayı bozmaya gerek yoktu sonuçta. Saatler geçti, ay güneşin yerini aldığında kafamızı yastığa gömüp olmayan diyarlara gitme kararı aldık. İkimiz de gözümüzü kapattığımızda “İddiaya girmeyi sever misin?” diye sordu. Durduk yere nereden aklına geldi bilmiyorum ama severdim, az heyecan ve eğlence kimsenin canını yakmazdı. “Güzel, var mısın iddiaya? Bence sen önce kurtulursun hastaneden.” dedi sırıtarak. Ben bile kendimden umudumu kesmişken onun böyle demesi içimi ısıtmıştı ama ben onun önce kurtulmasını istiyordum, o benden daha çok hak ediyordu mutluluğu. “Şakalar senin üstüne olsun, sen ilk çıkacaksın buradan ve o gün çok güzel olacak. Nesine giriyoruz?” karşılığını verdim. “O gün görürüz”…
Aylar geçti, her gün daha da yakınlaştık, eğlendik. En sonunda iddiayı kazandığım gün geldi. Canım dostum bu odadan çıktı ve gitti. Oysaki ben hiç mutlu değildim. Beraber nesine girdiğimizi bile konuşamadan o bu dünyadan çekip gitti. Cesedi ise morga kaldırıldı. Ben tekrar yalnızım. Konuşmak istemiyorum artık. Umarım mutluluğunu bulmuştur bulutların üzerinde.