Savaşlar, hırslar, değerli taşlar, madenler, kaynaklar, fabrikalar… yüzyıllardır insanoğlunun dünyaya verdiği zararlar hiç durmadan şiddetini katlayarak artmaya devam ediyor. Fakat son yıllarda patlak veren salgınlar, afetler, kazalarla dünya insanlıktan intikamını alıyor olabilir miydi?
Her sabah olduğu gibi okula gitmek için kurduğum alarmım çalmış kendimi zar zor yataktan dışarı attım. Gözlerimi ovuşturarak yüzüme çarpan ışığa alışmaya çalıştım. Okullar yarı yıl tatilindeydiler fakat ben 12. Sınıf öğrencisi olduğum için okulum devam ediyordu. Banyodan çıktıktan sonra okul üniformalarımı giyip kahvaltı yapmak için mutfağa doğru ilerledim. Annemin kurduğu güzel sofraya oturdum ve ailece bir güzel kahvaltımızı yaptık. Daha sonra okula gitmek için yola çıktık. Uyandığım andan itibaren sanki içimde kötü bir his vardı. Hani bazen insanın nefesi daralır ve boğazında bir yumru var gibi hisseder ya, o his kaplamıştı içimi. Bu düşüncelere dalıp okula doğru ilerlemeye devam ettim.
Okul ve evimiz yürüme mesafesinde olduğundan dolayı hemen varmıştım okula. Okul kapısından girdiğimde gündemin hala değişmediğini gördüm. Son zamanlarda herkes sabah akşam twitter dan gündem takip etmeye çalışıyor ve sağdan soldan öğrendiklerini çevresiyle paylaşıyordu. Bu durum bir yandan bilgi akışını sağlarken bir yandan da kaosa sebep oluyordu. En son gündemi meşgul eden konularsa yayılan virüs ve Manisa’daki depremdi. Devam eden konuşmalar okulumuzun çalan ders zili tarafından bölündü ve herkes sınıflara doğru ilerledi. Tam da denk gelmiş gibi dersimiz coğrafyaydı ve biz 10. Sınıf konularını tekrar ederken ülkemizdeki faylarla ilgili konunun üstünde duruyorduk. Tüm ders boyunca aslında Elazığ’ın-yaşadığım şehir- da birinci derece deprem bölgesi olduğu gerçeğini hatırladım ve aslında hiçbir önlem almadığımızı fark ettim.
Tüm gün bu düşüncelerle kafamı meşgul ederken son çalan zille eşyalarımı toplayıp arkadaşlarımla beraber okuldan çıktım. Nihayet bir haftalıkta olsa tatilimiz olacaktı. Her günü ayrı planlamıştık, hiçbir anımızı boş geçirmek istemiyorduk. Okulun kapısında arkadaşlarımla ayrılıp evimize doğru yürümeye başladım. Eve geldiğimde annem ve babam karşıladı beni ve çok geçmeden abim geldiğinde yemeğe geçtik. Yemekten hemen sonra salonda otururken küçük bir sarsıntı hissettim fakat çevremdeki hiç kimse istifini bozmamıştı. Yanıldığımı düşünüp pek üstelemedim. İşte tamda o anda büyük bir gürültüyle adeta beşik gibi sallanmaya başladı yer. Olduğum yere çakılıp kalmıştım, babamın bir anda üstüme kapanmasıyla kendime geldim. Yer resmen altımızdan kayıyordu. Gözlerim abim ve annemi aradı onlar odanın öbür köşesine sıkışmışlardı. Tam o anda elektrikler kesildi ve her yer kapkaranlık oldu. Sarsıntı hala kesilmemişti. Yer resmen ikiye ayrılıyordu babam bir panikle beni tutmaya çalışsa da birbirimizin ellerinden kayıp gittik. Ağızımdan çıkan küçük çığlıkla bilincimi kaybetmiştim.
Gözlerimi güçlükle açarken tek duyduğum şey siren sesleri ve çığlıklar olmuştu. Üstümde düşmüş bir kolon olduğunu fark ettiğimde yolun sonuna geldiğimi düşündüm. Tam o sırada yanımda baygın yatan abimi fark ettim. Seslensem de duymadı, ölmüş olamadı değil mi. Bu kadar kolay kaybetmiş olamazdım hayatımın bir parçasını. O an içimden tek bir dilek tuttum ‘’Lütfen bu bir kâbus olsun!’’
Tam o anda yerimden sıçrayarak kalktığımda terliyordum. Odamda, yatağımda, sapasağlam evimdeydim. Gerçekten bu olabilir miydi? Hemen kalkıp annemleri ve abimi kontrol ettim. Hepsi mışıl mışıl uyuyorlardı. İşte o an bu zamana kadar ettiğimiz kavgalar, kafama taktığım sorunlar geçti gözümün önünden. Hep hayatta bardağın gördüğüm boş tarafı yerini bir anda dolu kısmına bıraktı. Hayatımdaki kötü şeylerdense iyi şeyler dikkatimi çekmeye başladı sanki bir anda. İşte ben bir dilek tuttum, gerçek oldu. Hayatım bir anda değişti. Hayatın gerçek anlamı ise bugün bana merhaba dedi.