İnsanlık, şu dünyada var olduğundan beri kendine yararlı sadece iki şey geliştirmiş ve hayatını ve dolayısıyla tüm kaderini bu iki şeye teslim etmiştir: bilim ve sanat. Öyle ki, insanlık destanının insanın kendisinden sonraki en önemli rolleri paylaşan ana karakterleridir bilim ve sanat. Bugüne kadar yaşanmış bütün olayların en önemli, bir o kadar da arka planda kalmış nedenleridir; hani her olayın arkasında aranan felsefi nedenlerden. Peki ya neden, hiç düşündünüz mü? Neden koskoca insanlık soyut, tabii ki somut etkileri olan, iki kavram etrafında dönüp dursun ki?
Cevap öyle ulaşılması zor bir yerde değil, insanın ta kendisinde saklı. Bildiğiniz gibi insanın beyni iki ana kısımdan oluşur. Bunlar sağ ve sol beyin olarak adlandırılırlar. Sağ beyin daha çok mecaz kavramları anlamlandırmaya çalışır, gerçek üstü hayaller kurar, yaratıcılığını konuşturur yani temelde sanatla ilgilenir. Sol beyin ise tam tersine analitik düşünme becerisini kullanmaya çabalar, sorunları analiz edip mantık çerçevesinde değerlendirir yani bilimin gereksinimlerini karşılar. Bizi diğer tüm canlılardan ayıran ve bizi üstün kılan düşünme işlemini gerçekleştirdiğimiz, belki de en önemli organımızda bile bilim ve sanat kendini gösteriyorken hayatımızı şekillendirdiklerini inkar etmek, var olanı yok saymak olurdu.
Artık neden bilim ve sanatın o kadar önemli olduğunu biliyoruz, çünkü onlar bizim doğamız. Peki, onları toplumlar için bu kadar önemli ve hayati yapan ne? İnsanın kendisi için ne önemli yapıyorsa toplumlar için de o önemli yapıyor: hayatta kalma. Tarih boyunca hep yeni yeşeren filizler gibi ortaya çıkan yeni toplumlar vardır, yavaşça büyürler ve hayatta kalmaya çalışırlar. Doğanın kanunudur bu değişemez, güçlü olan yaşar eninde sonunda. Yapılan savaşlar, politika, ticaret hepsi de hayatta kalmaya çalışan toplumların feryatlarıdır. Dünyada kendilerine bir yer,
kalıcı olanından, edinmeye çalışırlar çünkü toplum olarak yaşamak bunu gerektirir, kendinden sonraki nesilleri ve ondan sonrakileri düşünmek gerekir. İşte onca çabanın altında bu basit içgüdü yatar. Diğerlerinden daha güçlü olmak için de diğerlerine üstünlük kurmaları gerekir. Bunun için ise türlü türlü yollar keşfetmiştir insanoğlu, şiddet kullanarak boyunduruğu altına alır istediği toplumu ya da onları zekasıyla yenmeye çalışır. Fakat her zaman bilimde ve sanatta ilerlemiş toplumlar en baskın ve güçlü toplumlardır.
Bilgi gizli bir silahtır bu amansız savaşta. Bilime dayanıp onu ilerleten toplumlar bu sırra ulaşırlar ve onu kullanırlar. Lakin bu yeterli değildir çünkü en başta da bahsettiğim gibi bilimin olduğu yerde sanat da vardır, aynı beynimiz gibi. Sanatta da gelişince artık bu toplumlar, kendini iyi ifade edebilen, ikna kabiliyeti yüksek, mantıklı düşünebilen bireyler yetiştirir. En sonunda bu bireyler dünyaya dolayısıyla diğer toplumlara yön verir, istediği yapar ve yaptırır ve hatta kötü bir şey yapsalar bile bunu iyi bir şey olarak gösterebilirler nitekim dünya artık onların ellerindedir.
Sonuç olarak bilim ve sanatı benimsemiş ve temel almış olan toplumlar bilgelik basamaklarında hızla yükselirken diğer toplumlara da onları uzaktan izlemek ve boyunlarına geçmiş tasmaların emirlerine uymaları düşer.