Güzel bir müzik açın kendinize. Sessiz, sakin, yavaş bir melodiyle arkada çalsın. Gözlerinizi kapatın karar verdikten sonra. Düşünmeye başlayın ritmin kulağınızı titrettiği notalarla; hayat hiçbir zaman kolay değildi değil mi? Ayağa kalkıp ilk yürüme çabanızdan itibaren düşüyorsunuz bu hayatta. Her zaman tutunacak düz bir yer arayışı içerisindesiniz. Tutmayan minik ayaklarınızdan bugünkü yaşınıza dek hep bir tereddütle atıyorsunuz adımlarınızı. Yalnızca siz değil, hepimiz böyleyiz. Korkak, tedirgin adımlarla hayatta kalmaya çalışıyoruz. Hayatın da bizim elimizden tutmayı pek sevdiğini söyleyemeyeceğim, zira büyük ihtimalle şu an kafanızı kurcalayan ufacık bir şeyden onu suçluyorsunuzdur. Ama şundan eminim ki hayat dediğimiz kavram bizim gibi bir primat olsaydı beş yaşında bir çocukla seksen yaşındaki birinin birleşimi ne olursa, o olurdu.
Tabii ki Kabul etmemiz gerek ki bu şahıs bizi bir hayli zorlamak konusund ısrarcı. Bu yüzden bizim kendi iç huzurumuz için yapmamız gereken en güzel, hatta tek güzel şey, hayatın suyuna gitmek olacaktır. Onun dilinden konuşmaya başladığınız anda huysuz, aksi bir adamdan çok güzel, naif bir hanımefendiye dönüşeceğinden emin olabilirsiniz. Cinsiyetçi yaklaşmak istemem tabii ki ancak ben bu teşbihi yakıştırdığımı düşünüyorum. İşte tam burada, yazının “bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum ki” dediğiniz ve kendinizi kapatıp yazının kalanının ne kadar klişe devam ettiğini düşündüğünüz noktasına geldik. Lütfen birlikte devam edelim, ben size eşlik edeceğim keza pek de haksız sayılmazsınız.
Şöyle bir başlangıç yapalım; hayatın sizi her zorladığı noktada, karalar bağlamaktan vazgeçin. En önemli önceliğiniz bu olabilir. Size içinizde küçük bir Pollyanna ile yaşayın tabii ki diyemem, ki kendisinden onu fazla pozitif bulduğum için hiç hazzetmem, ama en azından onu biraz (gerçekten çok az) örnek alabilirsiniz. Üzülün, üzülmeyin demiyorum, üzülmek de gerek ama bunu hayatınızın son günüymüş gibi yaşamayın. Yarın yokmuş gibi ağlamayın, yarına daha büyük gülmek için ağlayın. Duygularınızı bütün hücrelerinizle hissetmekten çekinmeyin. Ağlamadan gülmeyi öğrenemezsiniz.
Ama en önemlisi, bakın bu gerçekten çok önemli, yaptığınız işi kesinlikle küçümsemeyin. Yaptığınız işi küçümsediğiniz takdirde kendi vasfınızı da küçültmüş olursunuz. Dünya üzerindeki en mükemmel insan değilsiniz, hakeza en vasıfsızı da. Siz “siz”siniz ve eğer siz kendinizi sevmezseniz kimse sevmez. Sizin kendinize yaptığınızı bir başkası size yaptığında o insana söylenme hakkınızı da kaybedersiniz ki bu bence biraz üzücü olur.
Kendi işininizi küçümserseniz o işi iyi de yapmazsınız. Çünkü kimse işi kimin yaptığına dikkat etmez, işin nasıl yapıldığına dikkat eder. Ve siz iyi yaparsanız belki birileri sizi tanımasa bile, hiç görmese bile sizi takdir eder. Tam tersi de aynı şekilde kötü yaptığınızda geçerlidir. Takdir edilmezsiniz hatta hakaret ederler, ne ayıp…
Yanlış anlaşılmaya mahal vermek istemem, işinizi iyi yapmanızı istememin sebebi etrafınızdakilerden takdir görmeniz değil. Bunu kendiniz için yapın. Çünkü Martin Luther King’in de bahsettiği gibi sizden sokakları süpürmenizi isteseler bile o kadar güzel süpürün ki hayran kalsınlar o sokağın her bir arnavut taşına, dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş burada desinler. İnanın bana siz o kaldırımları süpürürken gerçekten isterseniz süpürmeyi, söylenmeden, şikayet etmeden, mızırdanıp somurtmadan gerçekten yaparsanız size bahşedilen bu görevi, kaldırımları süpürmekten bile keyif alırsınız. Hoplaya zıplaya yapmayın belki ama en azından size keyif versin.
Benim gerçekten her duyduğumda içimi umutla kaplayan bir söz var, kime ait olduğunu maalesef bilmediğim: “ruhunuz şarkı söylerse hayat mutlaka sizi dansa kaldırır.” ve o kadar doğru ki. Işte hayatın elinizi tutmaktan çekinmeyeceği bölüm burası. Onu sevmeniz gerekiyor. Ne pahasına olursa olsun ona kucak açmanız gerekiyor ki o da size aynısını yapabilsin. Her daim bunu yapmak biliyorum ki çok zor, bu durumlarda hepimiz tökezliyoruz. Ama tekrar düzelmek için bu ufak tefek şeyleri de yaşamak gerek. İşlerinize dans ederek gitmiyorsanız o işi yapmayın, keyif almıyorsanız yaşadığınız yerden orada yaşamayın. Ama bunların hepsi birer zorunluluksa bunlarla barışın. Evinizi çatlak sıvalarıyla, akıtan tavanıyla; işinizi de çatlak müdürünüzle, akıtan kahve makinenizle sevin. Bu hayat size bir kere verildi, keyifle, zevkle yaşamanızı dilerim. Sağlıcakla…