Müfettiş

Her ne kadar çevresi “Hukuk oku hakim, savcı ya da avukat ol” dediyse de o, bütün teklifleri elinin tersiyle bir kenara itmiş; öğretmen olmayı yeğlemişti. Bu tercihinden ötürü, fakülteye başladığı ilk günlerde, bakışlarıyla aynı sınıfta öğrenim gördüğü öğrenciler kendisini rahatsız etmişlerdi. Hatta başka bölümlerden öğrenciler bile, hukuku kazanacakken birincilikle fakülteye yerleşen ‘salağın’ kim olduğunu merak ederek gelip gördükten sonra, yanından pis pis gülerek uzaklaşmışlardı.

O, bütün bu olanlara aldırmıyordu. Dostlarından birkaçı kendisine niçin böyle yaptığını, samimiyetlerine güvenerek sorma cesaretini göstermişler, o da: Düşündüm, hakim, savcı veya avukat oldum diyelim; karşımda hep sorunlarıyla gelmiş insanları bulacağım. Bir de adaletle hüküm verememedeki hatalarımın, altından nasıl kalkacağım? Öğretmen olursam önümde kalbini ve beynini benim ellerime teslim etmiş çocuklardan insanlığa ve ülkeme hayırlı insanlar yetiştirebilirim. Bundan daha güzel bir şey var mı? demişti. Dostları da onun bu içten ve ideal dolu cevabı karşısında ona hak vermişlerdi. Karşılarında kararlı ve ne istediğini bilen bir arkadaşlarının varlığından da mutlu olmuşlardı.

Birkaç yıl sonra, o da arkadaşları da okullarını başarıyla bitirmiş, diplomalarını almışlardı. Nihayet, çok sevdiği öğretmenlik mesleğine başlamıştı. Kendisi lise öğretmeni olmasına rağmen ilkokulda iki yıl görev yaptıktan sonra nice uğraşlar vererek alan değişikliği yapmış, hayalindeki lise öğretmenliğine ancak geçebilmişti.

Okullarda ‘kredili ders geçme sistemi’ uygulanıyordu. Bu sistemde isteyen öğrenci, istediği dersi, istediği öğretmenden alabiliyordu. Kredili sistem, sınıf geçmeyi değil, ders geçmeyi merkeze alan bir sistemdi. Bu sistemde öğrenciler, ders alacakları öğretmenleri de seçtiğinden bazı öğretmenler, sekiz on kişiyle ders işlerken bazıları da yüz kişiden fazla öğrenciden oluşan sınıflarda ders yapmaya çalışıyordu.

Bu sistem, bir bakıma iyi öğretmeleri cezalandıran bir sistemdi. Öğretmenler öğrenci sayısına göre değil de girdikleri ders sayısına göre ücret aldıklarından sistem, farkına varmadan, iyi öğretmenleri tercih ettireyim derken onları cezalandırmıştı. İyi öğretmenler, aynı ücreti alan meslektaşlarından daha kalabalık sınıflarda ders yaparken, onların okudukları yazılı kağıtlarının onlarca katı yazılı kağıdı okumak zorunda kalıyorlardı.

Naif Öğretmen de bu sistemin kadrine uğrayanlardandı. İyi bir öğretmen oluşu, onu yüz yirmi kişilik sınıflarda ders anlatma zorunda bırakmıştı. Naif Öğretmen bu işin böyle olmaması gerektiğine kanaat getirmiş, kendince bir çözüm de bulmuştu. İki saatlik derslerinde sınıfı ikiye bölmüş her bir saatinde bir gruba aynı konuyu anlatmaya başlamıştı.

Böylece sınıfın kalabalık oluşundan kaynaklanan uzun süre yoklama alma, gürültüden ders işleyememe sorununu da çözmüştü.

Okulda fısıltı gazetesinin haberi yayılmaya başlamıştı: Duydunuz mu, bakanlık müfettişleri, okulu denetlemeye geliyorlarmış. Hem de Ankara’dan… Bunlar bakanlık müfettişleriymiş. Müfettişlerin padişahı gibiymişler. Beğenmedikleri müdür de olsa, onu bile görevden sorgusuz sualsiz alabilirlermiş.”

Çok geçmeden fısıltı gazetesinin yaydığı haber, müfettişlerin okula gelmesiyle doğrulandı. Müfettişler, öğretmenleri topladılar. Hangi ders saatlerinde, hangi öğretmenlerin, kimler tarafından denetleneceğini kararlaştırdılar.

Naif Öğretmen, dersi müfettiş tarafından ilk dinleneceklerdendi. Alanına yeni geçtiğini, sınıfların kalabalık oluşunu ve gelenin bakanlık müfettişi olduğunu düşündükçe endişesi iyice arttı.

Kural koyma yetkisi bakanlıktaydı. Naif Öğretmen, yetkisinde olmayan bir iş yapmış, kural koyma cesaretinde bulunmuştu. Bu durumun başını yakacağı aşikardı.Bakanlık bu kararı bir salonda herkesin önünde vermek istedi. Düşündü taşındı ve aklına gelen çözümü uygulamaya karar verdi. İşte o an salon sessizliğe büründü, tüm gözler bakanın üstündeydi.
(Visited 40 times, 1 visits today)