Korkunç bir yorgunlukla eve gelmiştim. Üstümü değiştirir değiştirmez kitaplığımın karşısına geçtim. Rafların arasından eskiden okuduğum bir kitap bulup çıkardım. Hamingway. Aradığım kitabı bulmuş olmanın vermiş olduğu tatminkar bir gülüş ile salondaki koltuğa oturdum. Sabahtan beri bu anın hayalini kuruyordum.
Yirmi sayfa kadar okuduktan sonra sayfaların arasından çıkan fotoğraf ile duraksadım. Uzun zamandır görmemiştim bu fotoğrafı. Üç dört yaşında falandım fotoğrafta. Sultandağı’ndaki bahçemizdeyiz maaile. Mevsim yaz. Arkadaki ağaçlarda kırmızı kırmızı kirazlar görüyorum. Kulağıma da bir çift kiraz takmış, küpe yapmışım. Ağzım kulaklarımda gülüyorum.
Gözlerim hafiften doluyor fotoğrafa bakarken. Özlediğimi fark ediyorum o güzel günleri ne kadar bir daha asla geri gelmeyeceklerini bilsem de.
Bir bahçemiz vardı eskiden, çok güzel, çok büyük bir bahçemiz. Yazları bir iki haftalığına bahçemize gider, kiraz toplardık. Ben küçüğüm diye işten kaytarır, bizimkilerin topladığı kirazlardan yerdim. Kirazları yerken de hep etrafı seyrederdim. Gürül gürül akan çeşmeyi, büyük dedemi ve atlarını, o yaşına rağmen çalışan büyük anneannemi, dedemi ve bahçedeki kerpiç evde baktığı kedileri, anneannemi, babamı, annemi, kuşları, böcekleri, çimlerin rüzgarda savruluşunu…
Zamanla bunların hepsi değişti. Önce büyük dedem atlarını sattı. Sonra da kendisi ayrıldı aramızdan. Ardından o hayran olduğum çeşme akmayı bıraktı, büyük anneannem ise yaşamayı.
Büyük dedemin ölümünü benden sakladıklarını hatırlıyorum mesela. Eve gelen misafirlerden öğrenmiştim öldüğünü. Çok küçüktüm, yabancıydım ölüm denen kavrama. Olanları anlamamış, hayatıma devam etmiştim.
Büyük anneannemin ölümünü ise hiç düşünmediğini fark ediyorum o sırada. On yaşında falandım. Küçük olduğumdan değildi bu sefer, anlamadığımdan değildi. Çoğu zaman yaptığım gibi kaçmamdandı gerçeklerden.
Büyük anneannemin ölümünün ardından, anneannem bakmaya başladı bahçeye. Bir süre sonra ise anneannem bahçenin bakımının onu yorduğunu, artık katlanamayacağını söylemeye başladı. Ve bunun üstüne da sattı bahçeyi.
Büyük anneannemin gözü gibi baktığı o yer, başkasına aitti artık. Tüm o anılarımın geçtiği, düştüğüm, kalktığım, güldüğüm, korktuğum ve çoğu şeyi, birçok duyguyu ilk defa deneyimlediğim o yer, artık başkasınındı.
Ve şimdi düşündüm. Ne olursa olsun, anılar daima benimle kalacaktı. Hem bu kadar da değildi ki, annem, babam, dedem, anneannem, teyzem, kuzenlerim… Onlar hep benimleydi. Beni bütün doğrularım ve yanlışlarımla kabul ediyor, her daim yanında duruyorlardı.
“Bu kadar düşünmek yeter.” diye mırıldandım kendi kendime. Fotoğrafa son bir kez baktım ve kitabın ileriki sayfalarında bir yere sıkıştırdım. Kitabı okumak için kaldığım yere geri döndüğümde ise çok sevdiğim bir söz beni bekliyordu.
“Hayattaki en güzel şey, tüm kusurlarınızı bilmesine rağmen sizin hala muhteşem olduğunuzu düşünün birisinin olmasıdır.”