Yönetmen Sandalyesinde Adım Yazsaydı

Turuncu dalgaların oluşturduğu mükemmel görüntü ve çok geçmeden yükselen toz bulutları. Gecem nasıl geçti, ben nasıl buraya geldim diye düşündüğümde gözümün önüne düşen tek görüntü büyük bir boşluk yani tek kelimeyle bilmiyorum. Güneş kızıllığını göstermeye yeni yeni başlıyor. Hırçın dalgalarınn kıyıya her vuruşunda kum taneciklerini kendisiyle beraber götürmesi ve bu kayboluşu hayranlıkla izleyen biz. Küçük bir çocuğun gözyaşları dikkatimi çekti. Afişten korkmuştu, yedi başlı bir ejderha ürkütmüştü onu. Sicim gibi yağan yağmur görüşümü bulanıklaştırıyordu. Yağmur benim için duymayan küçük bir bedenin sesin varlığına açlığıydı. Toprak da suya açtı. Nereye gittiğimi bilmeden yürürken gördüğüm afiş gözlerimin bana oyunu olmalıydı.

Tiyatro salonuna geçip oturdum. sahne düzeni her zamankinden biraz daha farklıydı. Kocaman bir kapı ve ardındaki 7 siyah kapı. Oyun ilerledikçe kapılar anlam kazanıyordu. Ejderha ise 7 farklı hayatın konumuydu. Dahil olduğu hayatlar beni sarsmıştı. Keşke dedim o sırada büyülü bir gökkuşağının altından geçsem ve dünyaya farklı kapılar açabilsem. Karşımıza çıkan bütün renkler siyahın içinde kayboluyor. Kapı ustaları düşündürdü beni neden hep siyah beyaz tüm eserleri? Mutlulukları mı mutlu etmiyor yoksa onları? Neden hep huzursuzluk çıkıyor ellerinden? Özgürlüğü satmaya değer mi nefretleri? Sesimi tüm dünyaya bağırabilecek şekilde yükseltmeyi çok isterdim. Ne derdim onlara tam olarak emin değilim, sanırım sadece içimden geçenleri haykırırdım. Spontane şekilde içimi dökebilirdim mesela ” Mutluluğu çizin, boyansın ellerin, her renkten koyun kamaşsın gözlerim ,bozmasın onu ne gündüz ne de soğuk ve sessiz jkaranlık gece.”

Siyah kapılardan kurtulmak istedim. Açtığım ilk kapıda insanlığın ilk zamanları vardı. Habil, Kabili öldürmeseydi de iki yaşlı kardeş olarak ölselerdi eğer  belki de insanlar birbirlerini nasıl katledeceğini öğrenemezlerdi. Bu kapıyı huzura kapatmayı diledim ve turuncuya boyadım. İkinci kapı 1902 yılındaki ilk kadın cinayetiydi bu olay saklandı, katiller ceza almadı bu kapının içinde hakim oldum ve kararım yaşattıklarını yaşamadan ölmemeleriydi ve bu sefer hakkı güneşle aradım ve kapıya sarı fırça darbeleri indirdim. Güneş tekrar parlarken sıradaki kapı Ali ve Nino’ya Onların kavuşması Doğu ve Batı kadar imkansızken aşkları tüm zorluklara göğüs gerebilmeyi başarabilmişti ama bu kavuşma uzun sürmedi mutlulukları birkaç bombayla sonsuza kazındı artık Nino’nun kalbi cansız ve toprağın altındaydı bu kapıyı da kırmızıya boyadım ve gözlerimdeki nemden kurtularak kapıyı kapattım. Onlardan kaçırdım bombalar ve mermiler yüreğime ağır geliyordu. Küçük bir balıkçı teknesiyle açıldım biraz Sonsuzlukta kurtuldum onlardan ve bu kapıyı sonsuzluğa yani maviye boyadım. Ben dolaşmaya devam ederken gökyüzü boğucu ve metalik bir renge bürünmüştü. Birisi tüm renkleri korkutmuş da renkler bizi terk etmiş gibiydi. Sıradaki kapı bir ormana açılmıştı. Sessizlik hakimdi. Buradaki toprak bilinmeyen mezarların taşıydı. Küçük bir çocuğun sesini duydum ağlıyordu. Gözlerinden acılar boncuk boncuk damlıyordu. Ona ulaşamadım çünkü o güneşin yağmurdan sonra doğurduğu ölü bir bebekti. Toprakların mezar taşlarıyla değil de ağaçlarla çevrili bir parka ev sahipliği yapmasını diledim bu kapıyı da gözümdeki yaşların eşliğinde kapattım ve doğaya emanet ettim artık yeşil bir kapımız daha vardı. Hava karanlıktı ve şimşekler çakıyordu, şehre karanlık hakimdi yani elektrikler de kesikti. Ağlayan çocukların mırıltısı geliyordu ve göz yaşları korkunun temsilcisiydi. Bir mum yakıp parmak oyunları başlattım artık ağlama seslerinin yerini kahkahalar almıştı yüzümdeki huzurlu ifadeyle gökyüzüne baktım kapıyı lacivert yaptım ve çıktım. Son kapıya gelmiştim kapı açıldıkça içimde büyük acı dalgaları oluşıyordu. Acılar tesbih boncuğu gibi dizilmişti. Hayvanlara yapılan işkenceler, onları izlemek için özgürlüklerini demir parmaklıklar ardında esir bırakmamız, kendimiz için onları denek yapmamız ve bir sürü eşitsizlik. Gözlerimi kapadım ve herkesin eşit yaşayacağı bir dünya dileyerek son kapıyı da mora boyadım. Kapanan tek kapı o değildi…

Başucumdan gelen titreşimler ve onu takip eden ses dalgaları bu hayatın benim için sonlandığının göstergesiydi. Yanımda duran insanlar, yavaşça kapanan gözlerim, iki yıldır kaldığım bu odada son dakikalarımı geçirdiğimi söylüyordu. Belki doktorlara ya da topluma göre aykırı düşüncelerim vardı ama ne demişti Nietzche ”Müziğin sesini duyamayanlar, dans edenleri görünce deli sanarlar.” Ben dünyayı adil ve iyi insanlarla çevrili bir atmosfer olarak düşünerek gidiyorum.

Elveda…

 

(Visited 70 times, 1 visits today)