Hayal alemi

Her sabah okula gitmek için aynı yoldan geçiyordu ama bu sabah her şey farklıydı. Gözlerinin önünde birdenbire beliren parlak, altın rengi bir kapı, onu başka bir dünyaya davet ediyordu. Kapının belirdiği sırada ortalıkta hiç kimseler yoktu onun dışında. Bu olağanüstü olaydan haliyle korkmuştu Gökhan. Etrafında bakındı ve dar sokakta tek başına olduğunu gördü. Kendine bir tokat atarak bu yaşadığının gerçek olup olmadığını öğrenmek istedi. Attığında canı acıdı, gerçekten de önünde altın varaklı bir kapı belirmişti. Heyecan ve merak, dikkat ve aklının önüne geçti ardında ne olduğu bu kapıdan geçti. Ailesinin nasıl bir telaşa düşeceğinin farkında değildi. Kapıdan geçer geçmez kapı arkasından kaybolmuştu.

Gökhan kendini Nil Nehri’nin kenarında buldu. Güneş ufukta yitip giderken yıldızların göz kamaştırıcı ışıltısı ortaya çıkıyordu, Ay’ı ekleyince ortaya yavaş yavaş tablo gibi bir gökyüzü çıkıyordu. Hafiften esen karayel, ortamın büyüleyici tabiatına renk katıyordu. Kahire’yi nehrin kıyısından dolaşmak istedi Gökhan. Nehir boyunca yürürken bir yandan piramitleri hayranlıkla izliyordu, bir yandan da Kahire’nin tarih kokan sokaklarında geziyordu. Kilometrelerce gezmiş olmasına rağmen en ufak yorgunluk hissetmiyordu. Kapının etkisi olmalıydı. Sebebini bilmediği bir şekilde parıldadığını fark etti. Aklını bu sefer kullanmayı seçen Gökhan, onun gibi parlayan bir varlık görünür olsaydı çoktan ordunun devreye girmesi gerekirdi çünkü olağanüstü bir durum olurdu. Görünmez ve sonsuz kudrete sahip olduğunu anlayan Gökhan hoplaya zıplaya gezmeye başladı. Etrafına bakarak ağzı açık koşarken yerdeki taşı görmedi ve yere çakıldı. Kafasını çarpan Gökhan iki saat baygın kaldıktan sonra kendi ışıltısına değil de Nil’den gelen bir ışık huzmesinin göz alıcı ışığına uyandı. Suda beyaz elbiseli simsiyah gözlü 5 melek gördü. Aklını kullanması gerekmediğini düşünen oğlumuz Nil’in üstünden bir köprüden kendini debili suya bıraktı.

Oğlunun okula gitmediğini okuldan aldığı haberle öğrenen Aysel Teyze, berberdeki eşine haber verip hemen karakola gitti. Bir bedenin Kızılırmak’ta yüzmekte olduğunu öğrenen polis, aileyi de alarak çocuğu izlemeye gittiler.

Nil’in serin suları, etrafında dört dönen melekler ve suların arasından zar zor seçilen güzel gökyüzü Gökhan’ın zihnini altüst etmişti. Büyülenmişti, sanki cennetten akan nehre girmişti. Bütün bunları kavramaya çalışırken meleklerden biri kulağına yaklaştı ve: “Gel seni anneannene götürelim.” dedi. Bu öneriyi koşulsuz kabul eden Gökhan, meleklerin peşi sıra yüzmeye başladı. Kahire’yi su altından geçince kıyıya çıktılar. Az ileride, nehrin kıyısında onları bir tekne dolusu insan bekliyordu. Yaklaştıklarında Gökhan anladı ki ölen tüm akrabaları, ona cennete giderken eşlik etmek için inmişlerdi. Onu da alıp sonsuzluğa yelken açacaklardı. Meleklerden uzun boylu olanı: “Uzun kara yüzü görmeyeceksin, istersen Tabiat Ana ile vedalaş.” dedi. Gökhan, dizlerine çöktü, ellerini açtı şükretti, toprağı öpüp tekneye bindi. Bu dünya ile arasında artık hiçbir münasebet kalmamıştı.

Oğullarının delta ovasına doğru sürüklendiğini gören aile, Gökhan’ın şimdiye bir harekette bulunması gerektiğini, haklı olarak, düşünerek oğullarının ölmüş olabileceğini akıllarından uzak tutmaya çalışıyorlardı. Tabiat parkına girdikleri ve doğal yaşamı karadan doğru tahrip etmekten çekindikleri için ırmağın ağzına doğru hareket ettiler.

Tekne sanki su yüzünde değil de havada gidiyordu. Hiç sallanmıyordu. Suyu yarar yara ama yavaş yavaş Nil’in ağzına ilerliyorlardı. Etraf kapkaranlık olduğu için etraftaki tek ışık kaynakları yıldızlar, Ay ve onlardı; gecenin karanlığında nur gibi parıldıyorlardı. Gökhan, tanıdıklarının yanında tanımadığı akrabaları da olan bu topluluğa sorular yöneltiyordu. Topluluk, Gökhan’nın zihninin fazla bulanmasını istemedikleri için sindirmesi kolay soruları cevaplamayı tercih ediyorlardı. Gökhan, ailesinin Balkanlara göç ettirilen Türkmen ailelerden biri olduğunu ve oraların Türk hükmü altında nasıl topraklar olduğunu öğrendi. İnsanların nasıl yaşamlar sürdüklerini, diğer insanlarla nasıl geçindiklerini de öğrendi: Huzur hakimdi kavgalı aileler dışında, erkeğin kadına ve kadının erkeğe verdiği değer paha biçilemezdi. Doğa sevgisi ve koruma içgüdüsü insanların kalplerinde yer edinmişti. Bütün bu güzel unsurları dinledikçe Gökhan’ın içi cız etti. Utanıyordu şimdiki insanlardan. Bir daha dünyaya dönmemek üzere yemin edecekken birden içindeki o cıvıltı kayboldu. Önce akrabalarının, sonra meleklerin yüzü erimeye başladı. Gökyüzü birden kızıllaşmış, üflemeli bir aletin acıklı sesi atmosferde yankılanıyordu. Birden deniz yarıldı, dibi görünmüyordu ama. Kapkaranlıktı. Hayal alemindeki sarhoşluğundan uyanan Gökhan, korkuyla beraber bu sonsuz yarığa düşmeye başladı.

Gökhan tahmin edildiği gibi ırmağın ağzından Karadeniz’e dökülüverdi. Sahil güvenlik oğlanı kaptığı gibi kıyıda bekleyen ambulansa bindirdi oğlanı ve aile onun peşi sıra Bafra Devlet Hastanesi’ne gittiler. Yapılan tetkiklerden anlaşıldığı üzere Gökhan aşırı madde kullanmıştı ve yan etkilerini yaşıyordu. Nil zannettiği ırmak Kızılırmak’tı. Kahire zannettiği şehir şehir değil Bafra’ydı. Polisin araştırması sonucu ortaya çıkan bulgular, Gökhan’ın arkadaşları tarafından komaya sokulduğu yönündeydi, saatler sonra çıkmıştı etkileri ortaya. Çevrenin bozulduğunu düşünen anne baba, oğullarının tedavisinin hemen ardından Bafra’dan taşınma kararı aldı ve çocuklardan şikayetçi oldu.

(Visited 2 times, 1 visits today)