Babamla konuştuğumda bana 70-80’li yılların şimdikinden daha iyi olduğunu söylüyordu. 70-80’li yıllarda cep telefonu, bilgisayar, internet yokmuş. Hatta birçok evde televizyon ve ev telefonunun bile olmadığını öğrendim. Tabii ki bunlar olmayınca facebook, twitter, instagram, whatsapp gibi iletişim araçları da yoktu. İnsanlar oturdukları yerden birbirlerinin ne yaptığını, nerede yemek yediğini, nelerle uğraştığını, hangi gezilere katıldığını, buralarda neler yiyip içtiğini bilmiyordu. Babama göre, teknolojik gelişmeyle birlikte hayatımıza giren bu tür iletişim kavramları maalesef bazı davranışlarımızı bozmuştu. İnsanlar eskisinden daha farklı olarak birbirleriyle konuşmuyor sadece yazışıyorlardı. Bu yazışmalar o kadar uzun, bitmez, tükenmez ve tekrarlarla devam ediyordu ki bir gün telefonunuzu açmasanız anlamsız binlerce mesaj biriktiğini görüyordunuz. Eskisinden farklı olarak daha az paylaşıyor, daha az hissediyor ve olan olayları iyisi kötüsüyle daha az yaşıyorduk. Çünkü teknoloji o kadar çabuk tüketmemize yol açıyordu ki daha yeni bir olayın etkisini yaşamadan bir başkası facebook, twitter, instagram, whattsapp aracılığı ile önümüze konuyordu.
Eskiden mahallemizde bulunan bakkal Mehmet amcadan sütünden yoğurduna her şeyin en taze ve en güzelini alıyor, sabah günaydın akşam iyi akşamlar diyorduk. Hatta paramız yoksa bakkal Mehmet amcanın veresiye defterine borç yazdırıp ay başında babamız maaşını aldığında ödetiyorduk. Halbuki şimdi alışverişlerimizi bile oturduğumuz yerden internet aracılığı ile yapıyoruz. Paramız yetmezse asla alışveriş yapamayız, çünkü artık karşımızda bakkal Mehmet amca yok sadece günaydın bile diyemediğimiz bir makine var. Eskiden cep telefonlarımız olmadığı için arkadaşlarımızla sokakta misket, evcilik, yakan top, beştaş ve bunun gibi bir sürü oyun oynuyor., yeni arkadaşlıklar kuruyor, annelerimizin yaptığı kurabiyeleri hep birlikte afiyetle yiyorduk. Paylaşmanın, sevginin, arkadaşlığın, dürüstlüğün, kurallara uymanın ne demek olduğunu bu tür oyunlar ve paylaşımlarla anlıyorduk.
Günümüzde ne yapıyoruz? Elimizde bir telefon saatlerce sanal bir oyunu bir makineyle oynuyoruz. karşımızda sevincimiz, üzüntümüzü, dostluğumuzu paylaşacağımız bir arkadaşımız yok. Yalnız, odamızda hiç kimseyle konuşmadan sadece bir makineyle saatlerce oyun oynuyor ya da yazışıyoruz. Babam evimizdeki en önemli eşyanın kitaplık olduğunu söylüyor. Bir sürü kitabımız var. Dokunduğumuz, kağıdın o büyüleyici kokusunu içimize çekebildiğimiz, bittiğinden son sayfayı kapatıp elimizle sıkıca kavrayıp sevdiğimiz ve her kitapta farklı bir kahraman, arkadaş , olay bulduğumuz, etkisinden günlerce kurtulamadığımız, yıllar geçse de bir türlü unutamadığımız muhteşem kitaplar. Herhalde cep telefonunda geçirilen bomboş saatlerin yerini kitaplar almalı. Sanal oyunların, kazanılan sanal puanların, bonusların, ekstra canların, yerini gerçek dostluklar, başarıyı getirecek rekabetler, hak etmeden hiçbir şeyin olmadığı gerçek oyunlar sonunda da ödül olarak kendimize ve arkadaşlarımıza ısmarladığımız annemizin yaptığı kurabiyeler ile kahkahalar ve gülücükler almalı. 70-80’li yaşlarda benim yaşımda olan babam bunları o kadar büyük bir içtenlik ve özlemle anlatıyordu ki keşke ben de o yıllarda yaşasaydım demekten kendimi alamıyorum.