Havaların anormal sıcak olduğu bir akşamüstüydü. Arkadaşlarımla beraber okuldan çıkmış, onları evime davet etmiştim. Güzel zaman geçiriyorduk. Gökhan köşede sevgilisine yazarken Tuğrul kanepeye uzanmış, televizyon izliyordu. Deniz, ayaklarını yatağıma doğru kaldırmış ve yerde uyuyakalmıştı. Ben ise evde dolaşıyor, evimde herhangi bir hayvan beslememe karşın evin içerisinden bir yerden gelmekte olan cılız bir kedi sesinin kaynağını bulmaya çalışıyordum. Tam mutfaktaki dolapların içlerini kurcalarken çat pat sesler duydum, ardından da bir çığlık: “Annecim!”.
Erdal merdivenlerden inerken merdiven çökmüştü. Aşağıda, tahta parçaları arasında yatıyordu, bizler ona yukardan bakarken. Merdivenlerin altını boş olduğunu biliyordum ama evimizin altında bir kiler olduğunu? Hayır. Meğerse evimizin altında uçak pisti genişliğinde, alçak tavanlı bir kileri varmış. Şaşkınlıktan, Erdal’ın halini hatırını sormak hiçbirimizin aklına gelmemişti daha. Ben de o halimle oraya ulaşabilecek güvenli bir arıyordum ki gözüme bir kapı ilişti. Hemen kapını olduğu yere yöneldim. Kapının normalde olması gereken yerde dümdüz bir duvar vardı. Yoksa öyle miydi? Duvara elimle üç kere tıklattım ve tok bir ses yerine boş bir ses geldi. Kapının önüne alçı sıvamışlardı. Yumruğumla alçıyı alaşağı ettim ve kapıyı açarak Erdal’ın yanına koştum. Gökhan ve diğerleri de peşimden geldiler kilere. Diğerleri daha şaşkınlıklarını üstlerinden atamamışlardı, ben ise Erdal’ı yan çevirmiş, kırığı çıkığı var mı diye bakıyordum. Kollarını çiviler sıyırmış, tahtaların kırık yerleri ise kimi yerinde yaralar açmıştı. Yavaş yavaş kendine gelen Tuğrul’a hemen yardım çağırmasını söyledim ve Erdal’ı yukarı, kanepeye taşımama yardım etmesi için yanıma çağırdım. Onu yukarı taşıdığımız sırada Deniz’in kaldırdığı bir tahta parçasının altından sesini duyduğum kedi fırladı ve ayaklarımızın arasından dolanarak kaçtı ve ortalıktan kayboldu.
Tuğrul ve Gökhan dışarıda, ambulansın gelmesini beklerken ben Erdal’a pansuman yapıyordum. Tam boynundaki kesiğe pamukla tentürdiyot uygulayacakken bodrumdan Deniz seslendi: “Yalçın! Bence buna bir göz atmalısın.” Pansumanı yapması için dışarıdan Gökhan’ı çağırdım ve aşağı indim. İndiğimde bana hiçbir şey demeden bir şey gösteriyordu: tozlu, kahverengi bir nesne. Üzeri işlemeli, küçük boyutuna karşın oldukça ağır bir şey.
Evimizin bodrum katındaki sandıkta aile sırlarımız saklıymış. Sandığı açtığımda öyle şeyler öğrendim ki hayata bakışım tamamen değişti. Ambulans gelip Erdal’ı hastaneye yetiştirirken ben gözüm yaşlı, üzeri bir parmak kalınlığında toz kaplı, eski çalışma masasında oturmuş, sandıktan çıkan fotoğraflara göz gezdiriyordum. Amerika’da bir aileye verilmiş olan, var olduğundan haberim dahi olmayan bir ağabeyim varmış. Ne kadar yakışıklı…