Atkı

Yağmurlu bir akşamüstü idi. Şehir, ışıkların yansıdığı ıslak kaldırımlarla büyüleyici bir görünüme bürünmüştü. Otobüs durağında beklerken içimde tarif edemediğim bir huzursuzluk vardı. Sanki bir şey olacakmış gibi…

Otobüs nihayet geldiğinde, içeri girip en arka koltuklardan birine oturdum. Camdan dışarı bakarken yansıyan kendi yüzümün ardında, bir şey dikkatimi çekti. Ön kapıdan biri biniyordu—tanıdık bir silüet. Yüreğim sıkıştı, nefesim kesildi. Onu karşımda gördüğümde kalbim yerinden çıkacak sandım.

Bu imkânsızdı. O yıllar önce gitmişti. Gözlerimi kırpıştırıp tekrar baktım. Yanılmıyordum. Üzerinde her zaman sevdiği koyu gri paltosu, boynunda bana uğurlu geldiğini söylediği eski atkısı vardı. Yüzü, hatıralarımda kaldığı gibi; ne bir gün yaşlanmış, ne de değişmişti.

Bana doğru yürüdü. Otobüs ilerlerken, gözlerini gözlerime dikti. Dudaklarından tek bir kelime çıktı:

— “Beni unuttun mu?”

Bütün vücudum donmuştu. Konuşamıyordum. Sesim boğazıma düğümlenmişti. Onu son görüşüm, o kazadan önceydi. Ölüm haberini almıştım. Peki şimdi nasıl burada olabilirdi?

Bir anda otobüs fren yaptı, irkildim. Gözlerimi açtığımda etrafımda kimse yoktu. Ne o vardı ne de sesi yankılanıyordu.

Ama oturduğum koltuğun yanında, ona ait olduğunu çok iyi bildiğim atkı duruyordu…

(Visited 2 times, 1 visits today)