Bir şubat günüydü. Hava anormal olarak güneşli ve tişört ile gezecek kadar sıcaktı. Günlerden cumaydı, teneffüste Akın ve Fatoş, aralarında bir şeyler düşünüp taşınmış gibi yanıma geldiler. Bir süre kim söze girecek diye birbirlerine baktılar ama Fatoş daha fazla dayanamayıp: “Kamil, biz ruh çağırmayı planlıyoruz.” dedi. Ben de ruh, cin gibi şeylere inanan biri olarak: “Ne diyorsun sen Fatoş, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?” diye patladım.
Tepkim yersiz değildi. Çünkü kuzenlerim zamanında bana zorla çeşitli korku filmleri izletmiş, beyaz çarşaflarla beni korkutmuş oldukları için içimde de ruh, hayalet gibi uydurmalara karşı bir korku oluştu. Yıllar sonra da Fatoş’tan “ruh” kelimesini duyunca içim bir ürpermedi değil. Benim ruhani yaratıklara olan korkumu bildikleri için, Fatoş hemen benden özür diledi ve sadece eğlenmek için böyle bir şey yapacaklarını söyleyerek teselli etmeye çalıştı beni. Ben de sırf onlarla beraber olmak için katılmayı kabul ettim. 2 gün sonra Akın’ın evinde buluşmak üzere anlaştık ve konuyu kapattık.
O gün geldi çattı. Akın’ın ailesi dışarıda yemek yemek ve sinemaya gitmek için dışarı çıkmışlardı, yani rahatlıkla birkaç saatimizi boşa harcayabilirdik. Ben hiçbir hazırlık yapmamış iken, Akın ve Fatoş bu işi ne kadar ciddiye aldıklarını anlayabileceğiniz şekilde bir hazırlık yapmışlardı. Her şeyi ayarlamışlardı: loş bir ortam, yuvarlak bir masa, Üzerine “Evet” ve “Hayır” yazılı bir kâğıt, iki kalem ve masanın ortasında üç mum. Ayinden önce bir şeyler atıştırdık ve oturduk masanın başına.
Ruh çağırma ile alakalı arkadaşlarından bir şeyler dinlemiş olan Akın, Fatoş ile bana susmamızı söyledi ve odasından altı küçük mum getirdi. Anlaşılan hepimiz olayın bir yerinde ikişer mum üfleyecektik. Sırayla dokuz mumun dokuzunu da yaktı ve ellerimizi birleştirmemiz gerektiğini söyledikten sonra gözlerimizi kapattırdı. Başlıyorduk.
Hayal ettiğimin aksine, “Ey ruh!” gibi bir cümleyle lafa girmek yerine, bir çeşit kabile duası şakımaya başladı. Çeşitli tonlara çıkıp iniyor, ağzıyla saçma sapan hareketler yapıyor, çoğunlukla da ödümüzü koparıyor(Fatoş’un titrediğini hissedebiliyordum), onunla beraber ortadaki üç mumun alevi de Akın’a uygun olarak dans ediyordu. “Al karga yumurtalarımı, kır tavaya afiyetle ye!” gibi bir şey dedikten sonra sustu ve bir süre konuşmadı.
Hiçbir şey olmayacak olduğunu bilmeme rağmen gözlerimi açmaya korkuyordum. Zaten ben daha bir karar veremeden de bize gözlerimizi açıp sağımızdaki mumu söndürmemizi istedi, biz de hiç düşünmeden dediğini yaptık ve birden ortam ışık seviyesinin azalmasından bağımsız olarak daha dramatik bir hal aldı. Fatoş’la ikimiz, korkudan gözlerimizi Akın’dan alamıyorduk. Sakinleşmemizi bekledi ve konuşmaya başladı: Emre “Ey Bartınlı Baron’un ruhu, bizi duyuyor isen bir işaret gönder!” der demez masanın ortasında yanan üç mumun alevi birden bütün odayı aydınlattı ve eski halinden daha parlak yanmaya başladı. Gerçekten ruh diye bir şey olduğunu o an üçümüz de anladık ve işi ciddiye almaya başladık, çünkü bu iş hayatımıza mal olabilirdi.
Olayın şokunu atlattıktan sonra Akın: ”Bartınlı Baron, şu an yanımızda mısın?”deyince ve hazırladıkları Evet-Hayır düzeneğindeki kalem ”Evet”e kayınca zaten koptuk orada biz. Kalkıp kaçmak istedik ama Akın elimizi bırakmadı; hemen yerimize oturup, el ele tutup sakinleşmemizi söyledi. Sakinleşmesek de oturduk ve ikimiz de: “Bitir şu ayini!” diye bağırdık Akın’a, o da “Tamam tamam.” dedi ve “Herkes solundaki mumu üflesin!” diye ekledi. Mumlarımızı söndürdük ama söndürmemizle birlikte üç mumun da alevinin parlaması bir oldu. “Arkadaşlar, ilk önce ben, sonra Fatoş, sen, sonra da sen, Kamil, hepimiz sırayla üfleyeceğiz ama sen hepsini birden söndürmek zorundasın!” der demez üfledi mumlara Akın. Ardından Fatoş üfledi ve ben de ondan sonra üfledim, ama biri sönmedi.
Ne olduysa tam o an, ben mumları üflediğim sırada oldu. Diğer iki mumun da ucu alevlendi ve alevlerin içinden yarı çürümüş bir adam çıkmaya başladı. Bartınlı Baron, hayata dönmüştü.
Baron: “Nasıl olur da siz beni ebedi uykumdan uyandırırsınız?” diye haykırdı ve Akın’a saldırdı. Kendini çok da savunamayan Akın’a yardım etmek üzere hayaletin üstüne atıldım ve üçümüz boğuşmaya başladık. Fatoş da o boşluktan istifade ederek ayinden önce salon sehpasına bıraktığım yarım bardak suyu mumların üstüne boşalttı. Mumlar söner sönmez Baron ilk önce hareket yetisini kaybetti, ardından o da masadaki mumlar gibi yavaş yavaş söndü.
Oturduk ve neler olup bittiğini zihnimizde parça parça birleştirdik. Bir daha herhangi bir şekilde saçma sapan şeyler yapmayacağımıza yemin ettik ve ortalığı topladık: Masayı toplayıp normalde üzerine örtülen örtüyü serdik, mumları ortadan kaldırdık, Baron’un küllerini süpürdük… Çok fazla detay hatırlamıyorum, galiba beynim kötü anıları silmeye programlı.