“Herkes saklansın. Kendinize güvenli bir alan bulun ve orada kalın.” Beynimin içinde yankılanan sesle gözlerimi açtım. Saate bakmama gerek yoktu, ülke genelinde saat sabah 07.15’te etrafta bulunan bütün teknolojik cihazlara bu uyarı düşüyordu. Hızlıca yatağımdan doğrulup baş dönmesini görmezden geldim. Odamdaki döşemenin artık oynatmaktan aşınmış bir parçasını kaldırdım ve içeriye girdim. 6 ay önce bu uyarılar başlamıştı, kimse ne olduğunu bilmiyordu. 45 dakika boyunca ölüm sessizliği içerisinde bekliyorduk. Tabii ki kuralı çiğnemek isteyen de olmuştu, fakat ne onlardan ne de ailelerinden bir daha haber alınamamıştı. Herkes çok korkuyordu. Gerçekten güvenli ve gözden uzakta olan insanlar, kabus gibi bir 45 dakikanın ardından sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi günlük hayatlarına devam edebiliyorlardı. Kimsenin devleti sorgulamaya cesareti yoktu.
Uykusuzluktan gözlerim yanıyor, kulaklarım uğulduyordu. Kısa bir süre sonra gerçekleştireceğim planımın son düzenlemelerini yaparken uzunca bir süre uyanık kalmam gerekmişti. Fakat buna rağmen, etrafımdaki huzursuzluk yüzünden gözlerimi kapatamıyordum. Yakınımdaki bütün insanların içindeki endişe, bir olup benim vücuduma akmıştı sanki. Bunun etrafımdakileri ve en çok beni büyük bir tehlikeye atacağının farkındaydım. Fakat, dünya üzerindeki hiçbir şey beni bu ızdırap dolu bilinmezlikten daha çok yıpratamazdı. Bütün bunlarla aklım doluyken, zamanın dolduğunu fark ettim. Yavaş bir şekilde tekrar odam görüş alanına girdiği anda, odamın açık kalan penceresinden bir kırlangıcın girdiğini, odamda dünden kalan kurabiye kırıntılarını kemirdiğini gördüm. Son 6 ay içerisinde ilk defa bir kuş görmüştüm. Onu kovaladıktan sonra tekrar kağıtlarıma yoğunlaştım. Devlet, isyan edenlerin sayısını kontrol altında tutmak için ekstra güvenlik getirmişti. Onları nasıl aşacağımı bulmam uzun zamanımı almıştı. Her ihtimale karşı özel olarak tasarladığım kostümümü üzerime geçirdim. Mükemmel değildi, fakat artık dayanamadığımı hissediyordum. İçimde kabaran öfke ve merak, beni delirtiyordu. Üzerinde son oynamaları yaptıktan sonra üzerimden çıkarıp yerine astım. Her günüm monoton geçiyordu. Mutsuzlukla dolu darmadağın hayatımda hissedebildiğim tek aykırı duygu, günler geçtikçe beni yavaşça ele geçiren hiddetimdi. Bu işi en çok da başka bir şey hissedebilmek için yaptığımı düşünüyordum. Günler sonra ilk defa, gerçekten derin bir uykuya daldım.
Yaklaşık iki saat öncesinden uyandım. Aylar sonra bir şeyler için en azından ufacık da olsa heyecan duymak, özlemini çektiğim bir histi. Sakince kahvaltımı yaptım. Kıyafetimi giyip saati beklemeye başladım. Saat geldiği zaman, her zaman olduğu gibi sirenlerle beraber kulakları sağır edici yüksek bir sesle duyuru yapıldı. Bu sefer saklanmadım. Evimin dış kapısının kulpunu kavradım ve dışarı çıktım. Alarmımı imha etmiştim. Tam olarak ne görmeyi beklediğimi bilmiyordum fakat kesinlikle bunu hayal etmemiştim. Hayat, her zaman olduğu gibi akıyordu. Market alışverişinden çıkan, ellerinde çiçek buketleriyle yürümeye çalışan, aceleyle işine yetişmeye çalışan insanlardı bunlar. Bize, bana anlatılanlar gibi değildi. Etrafımı büyük bir şaşkınlıkla seyrederken birkaç adamın bana doğru geldiğini gördüm. Bu adamları hayatımda hiç görmemiştim ama her birinin yüz hatlarını sanki onları her gün görüyormuşum gibi tanıdık geldiğini fark ettim. Etrafımda dönenler neydi bilmiyordum, fakat şimdiden kendimi bir camın içindeki deney faresi gibi hissediyordum.