Sevgili Günlük,
Bu sabah evdekileri uyandırmamak için usulca çalan alarm sesimle, büyük bir neşe ve enerji içinde uyandım. Parmaklarımın ucunda ilerleyerek sessizce mutfağa girdim ve kahvaltı hazırlanması için gerekli kodları girdim demeyi çok isterdim aslında. Böylesi çok daha rahat ve sakin bir günün başlangıcı gibi geliyor kulağa. Lakin ne yazık ki günün “sabah” olarak adlandırılan periyodunda gerçekleşenler bundan oldukça farklıydı.
Sabah bütün bir mahalleyi uyandırma görevini üstlenmiş, bu işin sonunda çatlamayı göze alırcasına öten bir horoz misali çalan alarmıma karşın uyanmayı başaramadım. Yaklaşık birkaç dakika sonra eşimin alarmı ve ikiz çocuklarımızın ağlamaları da “Deniz’i Uyandırmak” adlı vesitale katılınca 8 saatlik bir uykudan yeni uyanmış olmaktan ziyade, gözlere savaştan çıkmış ve tükenmiş bir kadın savaşçı görüntüsü sunarak yataktan kalktım. Ben iyice ayılmak için yüzümü yıkamaya giderken eşimse hala uykusunun son dakikalarıyla mücadele ediyordu.
Yüzümü yıkar yıkamaz ikizlerim Defne ve Giray’ın yanına koştum. Onları kucağıma aldığımda uykulu halimden eser kalmadı. Gerçi artık 3 yaşına girdiler ve her geçen gün ağırlaşıyorlar. Bir süre sonra onları kucağıma alamayacağım.
Onları kucağımda mutfağa kadar götürdükten sonra koridor boyunca yanımda gelen mama sandalyesine bıraktım. Eşim çoktan kodları girmiş ve kahvaltı hazırlıkları çoktan başlamıştı. Bizim içeri girdiğimizi fark edince “Günaydın.” diye şakıdı neşeli bir ses tonuyla. Ben de aynı şekilde ona günaydın dedikten sonra kahvaltının hazır olduğunu gösteren ses yankılandı mutfakta. Bir yandan kahvaltı ederken bir yandan da akıllı gözlüğümden giyeceklerimi seçtim ve dolabın en sağ köşesine taşınmaları emrini verdim. Dolabın içinde saatlerce aramaktansa böylesi daha kolay oluyor. Biz kahvaltımızı yaparken çocuklaraysa yemeklerini mama sandalyesi yediriyordu. Çocuk bakıcısı yardımcı robotsa 10-15 dakika içinde gelirdi.
Giyinip dişlerimi fırçaladıktan sonra çocukları öpüp hızlıca evden çıktım. Arabaya Aybüke’nin evinin kordinatlarını girip sürati de 70km/saate ayarladıktan sonra arkama yaslandım ve derin bir nefes verdim. Bu sabah Aybüke’yi ve Banu’yu evden alacağıma söz vermiştim ve az kalsın geç kalıyordum. Dürüst olmak gerekirse işe geç kalmaktan Aybüke’nin gazabından korktuğum kadar korkmuyorum.
Yolda giderken arkadaşlığımızı düşündüm. Geçen 30 yılı… İlkokul, ortaokul ve lisenin ardından üniversitede de aynı okulu tutturmayı başarmıştık.Üniversiteden sonra ise yüksek lisans için yurt dışında okullara başvurmuş ve farklı farklı okullara kabul edilince ortak bi ev tutma kararı almıştık. Doktora programını da o okullarda tamamladıktan sonra bir süre daha orada yaşayıp biraz iş tecrübesi edinmiş ardından Aybüke’yle bana Türkiye’de bir üniversiteden iş teklifi gelmesiyle ülkemize dönmüştük. Banu ise burada bir eczane açmıştı. Tüm bu güzel anılar kafamda uçuşurken-
“Hu huuu. Zeynep’ten Deniz’e beni duyuyor musun?” “Hı?” Zeynep’in sesiyle hayal aleminden gerçekliğe döndüm tekrar. “Bir soru sorduk dalıp gittin. Eee?” “Ne?” “Cevap vermeyecek misin 20 yıl sonra sence ne halde oluruz? Günlük rutinimiz falan nasıl olur?”