2 Cevher

 1.Cevahir

 

Cevahir’in normal bir arkadaş çevresi vardı; fikirleri, hareketleri de normaldi. Ders başarısının pek de iyi olduğu söylenemezdi ama kötü de değildi. O vakitler hangi musiki revaçta ise onu beğenirdi. Şakaları vasat kalırdı, arkadaşlarının nükteleri yanında. Çalgı çalmaya kabiliyeti de belirgin değildi. Diğer sanatlarda da iyi değildi.  Yeşil bezgin gözleri; kısa, kahverengi saçları vardı. Dikkate alınabilir bir yakışıklılığı da yoktu. Belki onu farklı kılan tek şey ismiydi. İsmini annesi zümrüt yeşili gözlerini gördükten sonra vermişti. Doğumu herhangi bir doğum gibiydi; havanın ne soğuk ne sıcak olduğu, zamanının ne geç ne erken olduğu bir doğum. Cevahir iyi okullara gitmedi hiçbir zaman ama kötü okullara da gitmemişti. Hiçbir zaman dikkat çeken bir özelliği olmadan büyümüştü.

İşte o gün de herhangi bir gün gibi idi. Türkçe öğretmenleri kütüphanede ya da sahafta eski bir kitap bulup incelemelerini istemişti. Cevahir kitap okumaktan hazzetmezdi ama itiraz etmedi. Ne de olsa başka seçeneği yoktu. Evine en yakın kütüphaneye gitti o akşam. Kütüphanede gözüne eski ciltli bir kitap çarptı. Üstünde bir başlık ya da yazarla ilgili bir bilgi yazmıyordu lakin kalınca, ağır bir dilde yazılmış bir kitaptı bu. Kitap eski zamanlarda yaşamış bir bilgenin hayatını ve fikirlerini anlatıyordu. Cevahir kitaptaki adamın varlığı üstüne araştırma da yaptı çünkü eğer bu kadar bilge biri yaşamış ise bunun diğer kitaplarda ya da internette olacağını düşünmüştü. Ama hiçbir şey bulamadı ne kitap hakkında ne de bilge hakkında. Belli ki çok bilinmeyen bir kitaptı bu. Öğretmenin verdiği ödev için harika olacağını düşündü bu kitabın. Hemen eve döndü. Böyle nadir bir kitap bulduğu için çok mutluydu. Kitabı okumaya başladığında anladı bu adamın bilinemeyecek dönemlerde yaşadığını. Adamın yaşadığı yer bugün kızıl denizin bulunduğu yere denk geliyordu. Bu yanlışlığı kitabın yıllar içinde çokça değişip yazıldığı gerekçesine bağladı.  Ertesi gün okula yürürken birinin onu takip ettiği hissine kapıldı ve arkasını döndüğünde vücudunu bol, beyaz renkli bir çarşafla kapatmış bir adam gördü. Uzun sakallı ve saçlı, düşünceli bir yüzü vardı adamın. Tam da kitapta anlatılan bilge adama benziyordu bu adam. Ama bu o olamazdı değil mi.

2.Pretiositas

Cevahir bunları düşünürken adam Cevahir’e yaklaştı ve elini alnına uzatıp başparmağını iki gözü arasına yerleştirdi. “Bilge” adam Cevahir’in anlamadığı dilde bir şeyler söylüyordu:

”PATER noster, cœlis’te ; sanctificetur nomen tuum: Adveniat regnum tuum; fiat voluntas tua, cœlo’da ve terra’da. Panem nostrum cotidianum da nobis hodie: Et dimitte nobis debita nostra, sicut et nos dimittimus debitoribus nostris: et ne nos inducas in tentationem: sed libera nos a malo”( Göklerdeki Babamız, Adın kutsal kılınsın. Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi, yeryüzünde de senin istediğin olsun. Bugün bize gündelik ekmeğimizi ver. Bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız gibi, Sen de bizim suçlarımızı bağışla. Ayartılmamıza izin verme. Bizi kötü olandan kurtar. Çünkü egemenlik, güç ve yücelik sonsuzlara dek senindir! ).

Cevahir “ Efendim affınızı diliyorum ama maalesef ne dediğinizi anlamıyorum” dedi. Bilge adam da “Hmmm, Türkçe konuşuyorsun demek ki” diye cevap verdi ve “ Adınız nedir peki genç beyefendi?” diye ekledi . “Adım Cevahir” dedi Cevahir,  “ Acaba sizin de adınızı alabilir miyim?”  diye ekledi.  “Pretiositas derlerdi bana dostlarım” dedi bilge adam. Cevahir kendi kendine “pretiositas”ın anlamını düşündü. Daha önce böyle bir kelime duymamıştı ama bunun Latince olduğunu tahmin ediyordu. “Efendim size ayıp olmazsa gitmem gereken bir yer var. Çok acil bir şekilde yoluma devam etmeliyim.” dedi Cevahir. “Elbette,  bana ihtiyacın bulunmadığı sürece istediğin gibi gidebilirsin ama ben seni takip ederim.”. Cevahir dediğini garipsedi bilge adamın ama okula yetişmesi gerekiyordu. Çok düşünmeden koşmaya başladı. Okula vardığında dersin başlamasına dakikalar kalmıştı. Son anda sırasına oturdu ve ders kitabını çıkardı. Öğretmenleri çocukların soru çözmesini isteyince Cevahir hemen kitabını çıkardı ve soruları çözmeye başladı.  Daha ilk soruyu çözemeden tepesinden bir ses duydu “ Cevap D şıkkı”  Cevahir bu sesi tanımıştı, bu ses bilge adamın sesiydi. Cevahir “ Sen burada ne arıyorsun?” diye fısıldadı. “Seni takip edeceğimi söylemiştim.” dedi bilge adam. Cevahir “Peki ama sınıfa nasıl girdin?” diye sordu. Bilge adam ise dedi ki “Beni senin dışında hiç kimse göremiyor maalesef, bu yüzden seni takip ediyorum.”.  Öğretmen Cevahir’i duymuş olacak ki “Sessiz!” demişti sertçe.  Cevahir sesini biraz daha kısarak “Ama sen yıllar önce başka bir yerde yaşamadın mı, bu konuları nasıl biliyorsun?”. Bilge adam şaşırdı “Kitabımı okumamış mıydın sen? Orada diyor ki ‘ O büyük bilgedir ki gelmiş ve gelecek olan her şeyi bilir. Tanrıdan sonraki en bilgili odur.’”. Cevahir, “ Evet ama yazanların gerçek olacağını düşünmedim ki!” diye sitem etti, “Madem her şeyi biliyorsun bari derslerimde yardımcı ol Büyük Bilge(!).”  diyerek de ekledi. Bu şekilde Cevahir Pretiositas ile bir anlaşmaya varmıştı. Cevahir ona dostluk edecekti ve o da Cevahir’e derslerinde yardım edecekti. Ailesi bir süre Cevahir’in ders çalışırken kendi kendine konuşmasına anlam veremedi, tabii ki onlar bilgeyi duyamıyordu.  Bu çalışmalar hızlıca sonuç verdi, Cevahir’in sınav başarısı ve ders performansı çok yükseklere çıkmıştı. Aynı zamanda dikkate değer bir genel kültür sahibi de olmuştu. Bilge de düşüncelerini Cevahir’e rahatça anlatıyordu, Cevahir ne dediğini anlasa da anlamasa da. Elbette bu gelişim öğretmenlerinin de dikkatini çekmişti. Bir gün Cevahir’in rehber öğretmeni onu odasına konuşmak üzere çağırdı ve hemen konuya girdi: “ Cevahir seni tebrik etmek istiyorum, ders başarının böyle hızlı bir şekilde artması harika. Ama bunu nasıl yaptığını öğrenmek istiyorum.”

“ Hocam çok değerli bir arkadaşım bana yardım ediyor. Hem de yanımdan hiç ayrılmayan bir arkadaşım.”

“ Kimmiş bu arkadaşın?”

“ Hocam hemen yanımda şu an.” Cevahir bir an diğer insanların bilgeyi göremediğini unutmuştu. “Cevahir oğlum dalga mı geçiyorsun sen benimle, bu ne hadsizlik!”

“ Hocam ne dalga geçmesi, yanımda işte.”

“Tamam öyle olsun.” dedi öğretmen çaresizce ve Cevahir’i sınıfına yolladı. Ertesi gün Cevahir’i yine odasına çağırdı, bu kez yanında başka biri daha vardı:

“Cevahir bu benim yakın bir dostum ve seninle konuşmak istiyor. Yani senin içinde sıkıntı olmayacaksa sizi baş başa bırakacağım.”

“ Lütfen hocam niye sıkıntı olsun, kafanıza takmayın bunu.”

Fakat Cevahir neden kendisiyle konuşulmak istediğini anlamamıştı. Ama konuştu. O arkadaşı(!) (büyük bilge) hakkında konuştular. Konuşmaları bitince öğretmeninin arkadaşı ona  teşekkür etti. Cevahir’in birkaç haftası normal geçti. Ama bir pazar sabahı annesi onu hemen uyandırdı. Ve hapishaneye benzeyen bir yapıya götürdü. Orada öğretmenin arkadaşıyla aynı konu hakkında tekrar konuştu. Üzücü bir haber almıştı ailesi. Cevahir’e şizofren tanısı konulmuştu. Uzunca bir süre (iyileşene kadar) akıl hastanesinde kalmalıydı. O an bilge  “Gerçek olup olmadığımı ben bile bilmiyorum, onların sana deli olduğunu söylemesi çok normal.” diyerek Cevahir’i avutmayı denedi. “Peki ben senin gerçek olup olmadığı nereden bilmeliyim o zaman?” dedi Cevahir ağlamaklı bir ses tonuyla. “ Bilemezsin. Ne olursa olsun bilemeyeceksin de.” dedi bilge.  Cevahir:

“ Gerçekliği anlamıyorum ya ben de gerçek değilsem, ya hiç bir şey gerçek değilse ya her şey sadece bir kelebeğin rüyası ise…

(Visited 8 times, 1 visits today)