19 Mayıs sabahı, küçük bir gemi, dalgalı bir deniz ve o küçük gemide de Mustafa Kemal Atatürk. Osmanlı düşüşte, Türk toprağı İngilizlerin, Fransızların, Yunanlıların işgali altında. Ve o sabah, Türkiye işgallerden teslim olmak üzere iken Mustafa Kemal Atatürk, Bandırma’ya, ülkeyi kurtarmaya gidiyordu.
19 Mayıs 1919’da, Türkiye’nin Savaşı, Kurtuluş Savaşı başlamıştı. 15 yaşını dolduran herkes cephelere, işgalcileri püskürtmeye gidiyordu. Mermiler, gülleler havada uçuşuyor; ölen şehitlerin kanı askerin burnuna geliyordu. Herkes seferber olmuş, var yok herkes bütün güçlerini birleştirip işgalcilere karşı kullanıyordu. Dört sene süren bu savaşın sonunda, bütün işgalciler ülkeden püskürtülmüş, Kurtuluş Savaşı başarıyla sonuçlanmıştı.
Artık herkes Kurtuluş Savaşı’nın kazanıldığından mutlu. Kutlamalar, bayramlar, şenlikler her yerde ama hala Osmanlı Devleti’nin saltanat yasası kalkmamıştı. Atatürk ve ülkemizin savaşı kazanmasıyla işgalcilerden kurtulmuştuk.
Atatürk 28 Ekim 1923 yılında saltanat yasasını da kaldırmış, İsmet İnönü ile konuşuyor: “Yarın Cumhuriyeti, Türk Cumhuriyeti’ni kuracağız.” diyor. Dediği gibi de 29 Ekim 1923 yılında cumhuriyeti, Türk Cumhuriyeti’ni kurdu. Ama devlet bayrağı ve marşı olmadan devlet olamaz, bu iki şey devletin en önemli bağımsızlık sembolüdür. Tabii Atatürk hazırlıklı olup bunu iki sene evvelden 12 Mart 1921 tarihinde milli marşı “İstiklal Marşı” olarak belirlemişti.
Gelmişiz bugüne, 100 senenin ardından kutladığımız zafere ama bu herhangi bir zafer değil, Cumhuriyetin zaferi. Mehmetçiklerin bu Türk toprağı için canını feda ettiği için kutladığımız, Atatürk’ün bu toprağı kurtardığı için kutladığımız Cumhuriyet zaferi.
“Bağımsızlığın, saldırıların küçüğü, büyüğü yoktur. Samimiyetin lisanı yoktur. Samimiyet sözlerle açıklanamaz. O, gözlerden ve tavırlardan anlaşılır. Medeniyetin esası, ilerlemesi ve kuvvetin temeli, aile hayatındandır. Şu hayattaki fenalık mutlaka toplumsal, ekonomik ve politik beceriksizliği doğurur.”
Mustafa Kemal Atatürk